Jocelyn Moorhouse imzalı, 2015 yapımı roman uyarlaması bir Avustralya filmi The Dressmaker. Kadrosunda Kate Winslet, Judy Davis, Liam Hemsworth, Hugo Weaving, Sarah Snook gibi çok sıkı oyuncular var, leziz bir film zaten. Hikâyesi, atmosferi, müzikleri ve kostümlerindeki zarafeti ile 1950'lerde geçen nevi şahsına münhasır bir intikam tragedyası.
Avustralya'nın Dungatar adındaki western esintili küçük bir kasabasında geçen film belediye başkanının oğlunun ölümünden sorumlu tutulup küçük bir kız iken annesinden koparılarak kasabadan sürgün edilen Tilly'nin yetişkin bir kadın olarak Dungatar'a dönüş hikâyesini anlatıyor. Hem bir eve dönüş, hem de bir intikam hikâyesi olan film klişe bir paternden yola çıkıp çok şık bir ters köşeyle özgün ve kahırlı bir yatağa akıyor ikinci yarıdan itibaren ve muazzam bir finalle iyi bir film izlemenin tadını damakta bırakarak bitiyor.
Başlangıç noktası ve oradan akacağını zannettirerek izleyiciye zarf attığı konu bilindik ve öngörülebilir bir hikâye. Tilly bekar bir annenin evlilik dışı dünyaya gelmiş küçük kızıdır. Bu sebepten yaşadıkları küçük ve kapalı kasabada dışlanır anne kız. Bir gün belediye başkanının oğlu boynu kırılarak ölmüş vaziyette bulunur, olay yerinde görülen tek kişi küçük Tilly'dir, nitekim babasız bir çocuk olduğu için de kolay bir hedeftir ve kasaba polisinin şıpın işi soruşturması ve öğretmenin de tanıklık etmesiyle Tilly suçlu bulunur ve yaşı daha çok küçük olduğu için Melbourne'de bir çocuk yurduna gönderilerek kasabadan uzaklaştırılır. Büyüyünce Melbourne'de de durmayıp Avrupa'ya giden Tilly yıllar sonra çok becerikli bir terzi olup katil yaftası yediği kasabaya geri döner. Başlangıçta amacı intikam almaktır. O gittikten sonra annesi daha da dışlanmış, herkes onunla selamı sabahı kesmiş, kızı bağrından koparılan kadın da dünyaya küsmüştür zaten. Hem kendisinin hem annesinin çektiklerini ödetmek ister dar kafalı, dedikoducu, kibirli kasaba ahalisine. Ama kasabanın da ona sürprizleri vardır ve işler pek planladığı gibi gitmeyecektir.
Tilly'nin tasarımları o kadar güzeldir ki diktiği şahane elbiseler kasabalı kadınlarının aklını başından alır ve bu vesileyle normalde yüzüne bakmayan kadınlar evinde kuyruk olmaya başlar. Bir de üstüne kasabanın gençlerinden Teddy ile arasında nahif bir aşk tomurcuklanmaya başlayınca Tilly'nin teselli isteyen çocuk kalbi yumuşar, intikam hırsı geçmişi onarma isteğine dönüşür, kendini de annesini de kasabaya kabul ettirmek, o çocuğu kendisinin öldürmediğini ispat edip geçmişi temize çekmek ister. Ve tam bu noktadan sonra film üstündeki kadim Hollywood klişelerini şöyle bir savurup atar ve rast makamı biter, hicaz başlar.
Çünkü bu bir geçmişi onarma değil, yakıp kül etme hikâyesidir. Çünkü bu hayatta onarılamayacak hasarlar ve asla iflah olmayacak insanlar vardır!
Tilly küçük kasabalardaki her "öteki" kadın gibi bir cadı imgesidir; lanetlenmiş ve şeytanlaştırılmış bir kadın, elinde kumaş ve makas tutan bir cadı. Kasabanın daha doğar doğmaz gayrı meşru olduğu için lanetlediği ve dışladığı bu kız çocuğu yıllar sonra doğduğu kasabaya döndüğünde de üstüne yapıştırılan bu lanetten kaçamayacaktır. Hükmü daha doğar doğmaz verilmiştir, asla onlar gibi de, onlardan biri de olamayacaktır. Öteki olarak kalmaya mahkumdur bu yapış yapış kenetlenmiş, ahlaksızlıklarına geleneksel ve sürdürülebilir maskeler takmakta becerikli oldukları için birbirleri tarafından hoş görülmüş toplulukta. Onlardan biri olmaya çalışmak hatadır, lanetlenip öteki ilan edildiği bir topluluğa karşı bireysel mücadelesini vermelidir. Bu yolda onu anlayacak olanlar da yalnızca diğer ötekiler olacaktır. Filmin küçük bir kasabadaki kara komik olaylar çerçevesinden taşıp ikinci yarıdan itibaren karakter versus toplum çatışmasına dönüşen anlatısından da, bu dönüşümü çok dokunaklı ve cüretkar bir yerden başlatma ve içindeki tragedya nüanslarına yaraşır görkemli bir sonla bitirme becerilerinden de çok etkilendim.
*Başlıktaki alıntı Şule Gürbüz'e ait.
0 Yorumlar