Bir Tragedya Kahramanı: Yamaç Koçovalı

Çukur dizisinin ana karakteri Yamaç Koçovalı'yı diğer bütün yerli dizi karakterlerinden ayıran ve nadide bir yere koyan bir özelliği var; Yamaç sadece modern zaman yerli dizi karakteri değil, aynı zamanda antik bir tragedya kahramanıdır. 

Bu yazıda Yamaç'ı bir tragedya kahramanı yapan özelliklerinden, bunların absürt bir finalle nasıl değersizleştirildiğinden ve yerli dizi külliyatında müstesna bir yer edinebilecek bir karakterin nasıl ziyan edildiğinden bahsedeceğim. 

Çukur'dan etraflıca söz etmeye gerek var mı, herkesin malumu diye tahmin ediyorum; 2017'de başlayıp 2021'de biten, 4 sezon ve 131 bölüm sürmüş kallavi bir suç draması. İstanbul'un çukur adındakı kurgusal bir semtinde geçen dizi birçok illegal işin döndüğü, dışa kapalı, kendi yasaları, kültürü ve hiyerarşisi olan bu kenar mahalleyi kuran ve yöneten Koçovalı ailesinin dâhili ve haricî düşmanlarıyla girdiği mücadeleleri konu alıyor. Dizinin ana kahramanı olan Yamaç çıkış noktası olarak Michael Corleone'den çokça, pek çokça, esinlenilerek tasarlanmış bir karakter. Tıpkı Michael gibi ailenin küçük oğlu olan Yamaç, babası ve ağabeylerinin kurduğu düzenin dışında kalıp kendine farklı ve legal bir hayat kurmak ister ve 17 yaşındayken çukurdan kaçar. Ama Yamaç bir tragedya kahramanıdır, kaderinin kölesidir, kaçarak, farklı seçimler yaparak, farklı yollardan giderek bunu değiştiremez, kader onun rolünü çoktan tayin etmiştir, o da bu rolü oynayacak ve olacak olan olacaktır! 

Trajik kahraman arketipinin en çarpıcı unsuru kaderinden kaçamamaktır nitekim. Kahraman yürümekte olduğu yolun onu yıkıma götürdüğünü bilir, ama bunu değiştiremez, kaderinden kaçtıkça kaderine koşar. Antik Yunan'dan Shakespeare tragedyalarına kadar uzanan geniş bir yelpazedeki trajik kahramanların sahip olduğu tüm karakteristik özelliklere sahiptir Yamaç. Evvela sıradan bir insan tragedya kahramanı olamaz, tragedya kahramanları prensler ya da krallar yani yüksek statüden soylu kişilerdir. Hubris'leri (gurur) ve hamartia'ları (hata) yüzünden büyük bir çöküş yaşayan trajik kahramanlar izleyiciye acıma ve korku uyandırarak katarsis (arınma) yaşatır. Yamaç Koçovalı da onu inşa eden tüm karakteristik unsurları ile tıpkı Kral Oidipus veya Prometheus gibi, tıpkı Macbeth veya Hamlet gibi, tıpkı Michael Corleone veya Jax Teller gibi bir tragedya kahramanıdır. 

Yamaç da klâsik bir tragedya kahramanı olarak bir prenstir, çukurun lideri olan İdris Koçovalı'nın küçük ve ondan sonra "baba" olan oğludur. Hamartia'sı (hata) olan öfkesi ve intikam arzusu ile çöküşüne sebep olacak olan olayları tetikleyen Yamaç, Michael Corleone gibi istemediği hâlde babasından sonra ailenin ve örgütlenmenin yeni lideri olur, Kral Oidipus gibi kendi elleriyle öz babasını öldürür, Macbeth gibi uykusuzlukla lanetlenir, Hamlet gibi aklını kaçırır. Birçok önemli trajik karakterin kara yazgısından çeşit çeşit yükler yüklenen Yamaç senaristinin "bir insan en fazla ne kadar acıya dayanabilir?" konulu araştırmasında bir denektir adeta. 4 uzun sezon boyunca senarist Yamaç'a yüklendikçe yüklenir, her acı daha büyüğü ile onulur, Yamaç'ın yükleri mütemadiyen katlanır, ama ufukta kaçış da kurtuluş da yoktur, zirâ çukurun lanetli yasası gereği "çukur senden çıkmadan sen çukurdan çıkamazsın". Babasını öldürdükten sonra tüm acılarının üstüne sonsuz bir suçluluk duygusu da eklenen Yamaç için o eşikten sonra ise çukur artık çıkılacak değil gömülecek bir yerdir.

Babanın Emaneti

Yamaç'ın karakter gelişimi iki ana evreye ayrılır; babasını öldürmeden öncesi ve sonrası. Tam da ikinci sezon finaline denk düşen bu kırılmayla hem dizi, hem de Yamaç tam ortadan ikiye bölünür. Babasını öldürmeden önceki Yamaç Michael Corleone ve Sons of Anarchy dizisinin ana kahramanı Jax Teller kodları taşıyan modern bir mafya/çete lideri arketipiyken, babasını öldürdükten sonra Shakespeare'sel arkaik bir dönüşüm yaşar. 

Başta Michael gibi babası tarafından kurulan düzeni sürdürme sorumluluğu yüklenir omuzlarına, babası henüz hayatta ve ondan büyük ağabeyleri olmasına rağmen en büyük ağabeyinin öldürüldüğü büyük bir kaos döneminde yapılması gerekeni yapan ve aileyi bir arada tutan Yamaç doğal lider olarak kendini "baba"nın koltuğunda bulur. Çünkü aslolan büyük evlat olmak değil, gerektiği yerde gereken neyse onu yapabilme becerisine sahip olmaktır ve bu becerisi Yamaç'ı yazgılı olduğu yola sokar kendiliğinden. Babanın kurduğu düzeni devam ettirecek olan evlat olma misyonu Yamaç'ın Michael ve Jax'le en önemli kesişim noktası. Babasıyla fikirsel ve duygusal bir çatışma içinde olan oğulun, babanın kurduğu ve dizayn ettiği sistemi devam ettirme misyonu üstlenmesi trajik kahramanı bir döngünün içine yuvarlayan ilk kadersel tuzaktır aynı zamanda. Başta düzenin dışında kalmak isteyen ana kahraman, babanın mirasını yüklendikten sonra artık asla içinden çıkamayacağı ve çıkmaya da çalışmayacağı trajik yola girmiş olur.

İkinci büyük tuzak ise o emaneti içselleştirmek zorunda kalmak. Bu noktada Yamaç için en büyük kırılma yaşanır ve düşmanlarının kurduğu bir oyunla Yamaç ailenin kadınlarını kurtarmak için babasını öldürmek zorunda kalır. Babasını öldürdükten sonra kalbinde ve aklında babasıyla girdiği tüm çekişmeler, inatlaşmalar, hesaplaşmalar sonsuza dek sona erer. Babasının varlığına ve doğrularına karşı kendi varlığını ve doğrularını bir antitez olarak şekillendiren hırçın evlat için babanın tüm doğruları ve hatta yanlışları ölene dek sorgulanmadan taşınacak bir emanettir artık. Gönülsüzce sırtlandığı miras, boynuna borç bir emanete dönüşür ve trajik kahramanın önlenemez çöküşü başlar.

Kral Oidipus'a baba katili olacağını söyleyen kahin Teresias gibi, Aliço karakteri de Yamaç'a rüyasında delireceğini haber verir. Çukur evlatlarını yer, onu da yiyecektir, gitmezse eğer çukur Yamaç'ı delirtecektir. Nitekim karısını kurban verdikten sonra Yamaç çukurdan gitmek ister, Aliço'yla vedalaşmak için geldiğinde ise çukur tragedyasının kahin arketipi olan Aliço bu kez de Yamaç'a Kral Oidipus kitabını uzatır, bir kere daha olacak olan haber edilir; Yamaç kral Oidipus gibi babasını öldürecektir.

Bunu artık izleyici de bilir. Yamaç'ı bir tragedya kahramanı yapan budur zaten; bu hikâyede sürpriz yoktur, kader karşısındaki çaresizliği, asla kaçamayacak olması, asla gidemeyecek olması, olacak olanın kabak gibi meydanda dursa da engellenemeyecek olması izleyiciye de, Yamaç'a da korku ve ızdırap sosuyla ikram edilir sık sık. Kaçmak ister kaçamaz, çukur yakasını bırakmaz, olacak olan olacaktır, Yamaç babasını öldürecek ve delirecektir. Ve her seferinde de çukura geri dönecektir. Defolup gittiği dünyanın öbür ucundan, ölümün eşiğinden, düştüğü ve kalkamadığı yerlerin dibinden ve hatta aklını yitirdiği eşikten tekrar ve tekrar hep çukura geri dönecektir.

Yamaç yapı taşı olan tüm karakteristik unsurlarıyla muazzam bir tragedya kahramanıdır, 21. yüzyılda yazılmış antik bir karakterdir, ona üflenen nefes o kadar kadim ve o kadar küflüdür ki insana çok acayip bir kafa yaşatır. İşlerin sarpa sardığı yer de burası zaten, bu tragedya kahramanına sıradan bir fâni sonu layık görmek. Evet rast makamı bitti, şimdi hicazdayız!

Yamaç'ın trajik ve edebî bir karakter olmak iddiasındaki gelişimini rezil rüsva eden iki talihsiz hata var. Birincisi dizinin "Carmela Mama Corleone" sorunsalı, ikincisi de üç dakikida şıpın işi yazılıvermiş hissi veren uyduruktan, olmaz olası finali.

Mama Corleone Sorunsalı

Mafya babasının el kitabı der ki; keskin bir zeka ve karanlık bir ruhtan müteşekkil kurgusal lider karakterlerinin yaşam kalitesini ve muhtemel akıbetini şekillendiren en kritik seçim yanlarındaki kadındır! Don Vito Corleone'nin girdiği çetrefilli yolda dengede kalarak, güçlenerek ve köklenerek ilerlemesini ve kalender bir adam olarak ölmesini sağlayan her koşulda yanında duran Carmela "Mama" Corleone gibi bir eşe sahip olmasıydı. Oğlu Michael Corleone'nin ise tam tersi akıbette, girdiği çetrefilli yolda giderek ıssızlaşmasına ve köklenemeden yapayalnız ölmesine sebep olan seçtiği hayatı göğüsleyebilecek, kendisiyle aynı mayaya sahip bir eşten mahrum oluşuydu. Sayısız örnekle daha da genişletilebilir bu konu, mafya liderinin eşiyle olan fikren ve kalben uyumluluk derecesi girdiği karanlık yoldaki akıbetini şekillendiren en kritik seçimdir. 

Yamaç'ı tuhaf bir noktaya sürükleyen de dizinin bu konudaki kafa karışıklığı. Çukurdan önceki hayatını ve masumiyetini temsil eden Sena ile olan evliliği hep bir kriz hâlinde ilerler. Çukurun kendine özgü yasalarını ve değerlerini hazmetmekte zorlansa da, aile içi ihmal ve istismar  mağduru olan Sena kolektif yaşam biçiminin hüküm sürdüğü çukura aidiyet geliştirmeyi de sever ufaktan, o çukuru çukur da onu benimser. Ardından da büyük bir fedakârlık yaparak çukur için trajik bir şekilde ölür. Sena Yamaç'ın "baba"ya dönüşüm sürecinde kâh yanında kâh karşısındadır, dizi Sena'yı daha tam pişmediği muallak bir aşamada, erken bir durakta indiriverir. Sena Yamaç için Michael'in Kay'i gibi midir, Vito'nun Carmela'sı gibi mi; ölmeseydi bitimsiz bir öfkenin ve intikam açlığının giderek vahşileştirdiği Yamaç'tan korkup kaçacak mıydı, yoksa sonuna kadar yanında kalıp Yamaç'ı dengede tutan bir eş/anne figürüne dönüşebilecek kadar Yamaç'ı ve çukuru sahiplenecek miydi? Bu soruların cevabını alamadan Sena'nın çukur macerası sona erer. 

Ve bu kez sahneye Efsun çıkar, Yamaç'ın müteveffa düşmanlarından birinin kızı olan ve eline İdris Koçovalı'nın kanı bulaşan Efsun'la Yamaç arasında birbirlerinin babasının ölümüne sebep olmanın marjinal ve sıradışı denkliğinden ve aynı mayadan olmanın güçlü çekiminden beslenen bir aşk doğar. Dizinin oldukça yoğun testosteron seviyesine taze bir soluk getiren bu yasak aşk çukurdan kısa bir kaçamaktır, gel gelelim bu hikâyede her şey ve herkes bir gün mutlaka çukura döner! Yamaç'ın yürek burkan yaşam, cinnet ve katliam öyküsünün de çukur dışında dallanıp budaklanma lüksü olmadığından gün gelir memnu aşkı Efsun bile çukura girer. Efsun'un çukura adapte edilişi ise baştan aşağı savsaklanır, hâlbuki önemlidir iki ezelî hasım olan Efsun ve çukur arasında kurulacak olan hısımlık. Çukurun, İdris babasının katiline "anne" diyip diyemeyeceği sorusu da tatmin edici bir cevaptan mahrum bırakılarak bilinmezliğe uğurlanır. Efsun Yamaç'ın çocuklarına anne olur, ama Yamaç'ın çukuruna ana olamaz, Sultan'ın koltuğuna hiçbir zaman oturamaz, finalde dahi hâlâ çukurda geçerken uğramış bir misafir iğretiliğindedir karakter. Yamaç'ın "Mama" Koçovalı'sı yine noksandır. İdris'in daha sağken ve ayaktayken babalık koltuğunu oğluna devrettiği yerde, Sultan kendisinden çok daha kabiliyetli ve sağduyulu olan gelinlerinden hiçbirine el vermeden finale kadar annelik koltuğuna kelimenin tam anlamıyla kazık çakar.

Dizi Yamaç'a üç farklı kadınla üç değişik ilişki yaşatır, ama ona, gariban Vito Andolini'yi "Don Vito Corleone" yapan yolda dağ gibi arkasında duran Carmela gibi bir eş/ana figürü sunmaktan hep imtina eder, hepsini bir yerden eksik bırakır. Yamaç'ın renkli aşk hayatına dört sezon boyunca bonkörce alan açar, ama o alanı yanındaki kadınla köklenmesi sürecine evriltmeyerek heba eder. Yamaç hatırlarda tohumlarını hunharca etrafa saçan, yanındakiyle yaşayıp aklındakiyle ölen gevşek bir adam olarak kalır. Ne Michael gibi yazgısını tek başına göğüslemiş, kalabalıklar içinde yalnız bir lider, ne de Vito gibi her koşulda yanında duran kadınla köklenen, tek eşli, geleneksel bir "baba" figürü olmaktan hakkı olan payeyi alabilir. Kahramanın trajik yolculuğunda affı olmayan bir lakayıtlıktır bu.

Yamaç'ın bir tragedya kahramanı olması şahaneliğine inen daha büyük darbe ise böyle bir karaktere uyduruk bir mutlu son yazma talihsizliğidir. 

Yamaç sevdiğimiz, ama tasvip etmediğimiz bir kardeşimizdi. Hele ki babasının ölümünden sonra Azer'e kendi yaşadığını yaşatmak için kız kardeşinin düğününü kana bulaması, masum bir genç kızın üstünde gelinliğiyle intihar etmesine sebep olması ve bunu gördükten sonra umursamadan omuz silkip yürüyüp gidebilecek kadar karanlığın dibine batmış bir adama dönüşmesi ile senarist finalde onu nosnormal bir hayat yaşayan musmutlu bir ihtiyar olarak sunma seçeneğini yok etmişti bence, ama edememiş demek ki heyhat!

Yamaç'ın trajedisi başka bir yolun olmayışıdır. Başka bir yol yoktur. Başka bir yol olmadığı için Sena gözleri önünde boğularak ölür, başka bir yol olmadığı için Yamaç baba katili olur, başka bir yol olmadığı için Selim çukurdan gitmeye karar verdiği gün çukurun sokaklarında sürünerek can verir. Başka bir yol olsaydı, bir bataklığın üstüne kurulan, kökünde de dalında da ölüm olan lanetli çukurda mutlu bir hayat ve mutlu bir son ihtimali bulunsaydı, bunların hiçbiri zaten yaşanmazdı. Yamaç çukura döndüğü ve işlerin başına geçtiği andan itibaren doğru zamanda doğru seçimler yaparak kendi ruhunu da, sevdiklerinin hayatını da kurtarabilirdi, hep arzu ettiği gibi ailesini koruyabilirdi. Ama Yamaç'ın bir seçim hakkı hiçbir zaman olmadı, sağa da gitse sola da gitse, çukur labirentinde hep aynı yere kaderinde yazgılı olan yıkıma ulaştı. İşte böyle bir hikâyeye deus ex machina ile mutlu bir son yazma densizliği yaparak "Yamaç'ın acı öyküsü"nü berbat ettiler.

Baskı, tehdit, şantaj, hipnoz ve telkin altında yazıldığını zannettiğim bu mutlu sonun senaristin uzun vadeli bir tasarısı olduğunu düşünmüyorum. Kimin fikriyse selamlarımı yolluyorum buradan, bir daha fikir üretmesin mümkünse. Yamaç'ın dizinin kahin arketipi Aliço'nun yanında histeri krizi geçirdiği bir sahnede tekrarlayıp durduğu "tek başına ölmeyeceğim değil mi Aliço!" yakarışlarına bakılacak olursa senaristin gönlünde yatan final arslanı Yamaç'ın tüm sevdiklerini kaybedip çukurda mecnun misali dönendiği bir sondu. Ki ben buna da razı değilim, bu durum Yamaç babasını öldürdüğünde farklı bir varyasyonla, ama aynı mantık üzere yazıldı çünkü, dizi boyunca muhtelif zamanlarda birçok kez bîçare Yamaç kartına oynandı ve tüketildi. Alternatif son arayışları beyhude ve yersizdi, olacak olan en başından belliydi, Yamaç'ın finalde tıpkı Jax Teller gibi törensel bir biçimde ölmesi, kanının çukurun bataklığını yıkaması gerekiyordu. Çukur tragedyasına nokta koyacak biricik ve yegâne son buydu.


 


Yorum Gönder

0 Yorumlar