The Trunk - Yanlış İliklenmiş Düğmeler

Sevdiğim iki kdrama oyuncusu Gong-Yoo ve Seo Hyun-Jin'i buluşturan ve bu sebeple yapım haberi girildiğinden beri beklediğim The Trunk sonunda yayınlandı. 

Anlaşmalı evlilik trope'si üzerine kurulu bir hikâye olacağını okuduğumda daha civcivli, eğlenceli, romantik komedi türünde bir dizi beklemiştim, trailer'i çıktığında ise tam tersi soğuk, donuk, gergin atmosferiyle şaşırtmıştı beni dizi. İki tane sıcak enerjili oyuncuyla bu kadar soğuk bir dizi yapmaları bir ufak tadımı kaçırmıştı, ilk bölümü izlediğimde de anlaşmalı evlilik çatısı altında itme-çekme nazlanmalarıyla birbirine aşık olacak bir çifti değil, finalde ikisinden birinin diğerini öldüreceğini düşündüğüm bir psikolojik gerilim izlediğime iyiden iyiye ikna olmuştum. Ama dizi, trailer ve ilk bölümündeki soğuk atmosferinden yavaş yavaş sıyrılan, anlaşmalı evlilik çatışmasının romantik elemenlentlerini ve Gong-Yoo ve Seo Hyun-Jin kimyasını zayi etmeyen sürprizli bir yerden yürüdü, gönlümü çaldı. 

Oldukça zengin, ama evliliklerinde problem yaşayan orta yaşlarında bir çiftin geçici olarak boşanması ve bir sözleşmeli evlilik şirketine başvurarak oradan kiraladıkları kişilerle bir seneliğine yeni birer evlilik yapmalarıyla açılıyor dizi. Bu tuhaf ve sapkın fikir eşlerden kadın olanı Lee Seo-Yeon'dan çıkıyor. Artık mutlu olmadığı evliliğini bitirip kendi yoluna gitmek yerine neden farklı kişilerle bir senelik sözleşmeli evlilikler yaptıktan sonra tekrar eski kocasıyla bir araya gelmek üzere anlaştığını, kocasının da hiç istemediği halde neden bu korkunç teklifi kabul ettiğini anlayabilmek için iki karakterin ve birbirleriyle olan kangren ilişkilerinin derinine inmek, bunun için de diziyi neredeyse yarılayana kadar sebat ederek izlemek gerekiyor. Gizlerini epey nazlanarak aheste aheste açık eden The Trunk izleyicisini zorlayan, ama bunu yaparken yakasından tutup kalkmasına da izin vermeyen cazibesi yüksek bir dizi.


Zengin insanlara istedikleri kriterlerde kişilerle bir senelik ve epey detaylı sözleşmelerle sınırları belirlenmiş, bu sayede de iki tarafın da hakları güvence altına alınmış vip evlilik hizmeti veren gizli bir evlilik şirketi var işin içinde. Özellikle ciddi bir rahatsızlığı olan ve kalan kısıtlı zamanında yalnız olmak istemeyen, para biriktirirken insan biriktirmeyi ihmal etmiş ya da dışarı karşı düzgün bir aile hayatı olduğu imajı vermek isteyen varlıklı erkeklerin rağbet ettiği bu şirketin en gözde ve başarılı çalışanı (gelini?) ise Lee Seo-Yeon'un da taze boşadığı kocasına yeni eşi olarak seçtiği Noh In-Ji. 

Düğününe bir hafta kala evleneceği adam tarafından kötü bir şekilde terk edilen ve neticesinde kaçınılmaz olarak kafayı kıran Noh In-Ji bir vesileyle bu şirketin CEO'suyla tanıştıktan sonra gözünü karartıp kendini bu tuhaf işin içinde buluyor. Lee Seo-Yeon'un eski, kendisinin yeni kocası olan Han Jeong-Won ise Noh In-Ji'nin beşinci evliliği. İnsanları hiç umursamıyor gibi dururken aslında ince bir dikkatle gözlemleyen ve analiz eden, kimseyi sevmeyen, kendini de sevdirmeye çalışmayan, ama nezaket ve alakasını da hiç esirgemeyen, aynı anda hem soğuk, hem de şefkatli; hem mesafeli, hem de anlayışlı bir kadın olan Noh In-Ji'nin neden bu işte bu kadar başarılı olduğu da anlaşılır hale geliyor, onu tanıdıkça. 

Han Jeong-Won, bir gün ansızın evine gelip yerleşen ve sanki yıllardır orada yaşıyormuş gibi kendiliğinden adapte oluveren Noh In-Ji'in varlığından başta rahatsız olsa da sayesinde o evde ilk defa sağlıklı bir günlük rutinin kurulmasıyla o da kendini bu yalancı evliliğe kaptırıveriyor farkında olmadan. Önce annesine intihar ettiği güne kadar her gün işkence eden babasının, ardından da kendi eşiyle olan toksik ilişkilerinin dipsiz deliği olan o ihtişamlı ve karanlık çukur ilk kez içinde her gün yemek pişirilen, güneşte çamaşır kurutulan, akşamları futbol maçı izlenilen ve nihayet ağır ilaçlar almadan kendiliğinden uyuyabildiği gerçek bir eve dönüşüyor. 

Han Jeong-Won ve Noh In-Ji bir yandan karanlık ve toksik geçmişleri ile yüzleşirken, bir yandan da tüm bu anormalliğin tam orta yerinde her şeye rağmen mağrur bir ısrarla günlük rutinlerine sıkı sıkıya bağlı oldukları sığınacak bir dam inşa ediyorlar beraber. İki ayrı kutupta gidip gelen, hem bir psikolojik gerilim, hem de romantik bir yetişkin ilişkisi ekseninde birbirine karışarak akan dizi, iki aykırı cepheyi de eline yüzüne bulaştırmadan kotarıp diziyi finale yürütmeyi başarıyor.

Her şey sevgi dili kurmakla alakalı aslında. Bu girift, gizemli, tuhaf hikaye özünde son derece sade ve basit bir düstura; sevgi dili kurabilmeye dayalı. Her şey bununla alakalı, her şey bundan ibaret. Noh In-Ji ne fırtına koparsa kopsun her gün o evde sofra kurmakta ısrar edince, onun saldığı yerde Han Jeong-Won da o sofrayı kurmaya devam ediyor, hem de onun pişirdiği yemeklerin aynısına kadar yaparak, Noh In-Ji her akşam kafa dağıtmak için futbol maçı açınca onun saldığı yerde Han Jeong-Won da hayatlarının altı üstüne geldiği bir günün akşamında bile maç açıp hadi izleyelim diye çağırıyor, Noh In-Ji onu sakinleştirmek için sessizce elini tuttuğunda, Han Jeong-Won da bir gün gelip onun elini tutabilecek hakkı ve cesareti kendinde buluyor. Noh In-Ji'nin Han Jeong-Won'a ulaşmak için bu küçük, sessiz ve sade adımlarla kurduğu sevgi dili aralarında kimsenin erişemeyeceği ve yıkamayacağı bir bağ kurulmasını sağlıyor. Han Jeong-Won çocukluğundan beri sadık bir köpek gibi peşinden sürüklendiği Lee Seo-Yeon'un tasmasını da böylece koparıp atıyor.

Sevdiğim başka kdramalarda da hep dikkatimi çeken, sevdiğim bir inceliktir bu; iki insan arasında kurulan sevgili dili. Kimisi için beraber yemek yemektir, kimisi için yürümek, kimisi için beraber sessizce oturmak, belki uzun uzun sarılmak, hep buluşulan bir yer, hep tekrarlanan bir rutin, çapa gibi, deniz ne kadar dalgalı olursa olsun o çapayı attın mı güvendesin, iki insanın beraber tasarladığı bir çapa, sessizce mühürlenmiş bir alışkanlığa hatta geleneğe dönüşen çok basit, ama çok özel bir sevgi dili. The Trunk öz olarak bir sevgi dili kurma hikâyesi.

Travmatik çocukluğu ve bunun gölgesinde çocukluk arkadaşı ile yaptığı evlilik, babasının saldığı korku, annesinin intiharı, karısının intihar girişimi hepsi birbirini tetikleye tetikleye öyle bir yere savurup atmış ki Han Jeong-Won'u hayatında ilk defa yanında huzur bulabildiği biriyle tanışmasının onu tepe sersemi etmesi hiç acayip gelmiyor. Kendi ifadesiyle "yanlış iliklenmiş düğmeleri çözüp tek tek doğru ilikleyen" bir kadın No In-Ji ve Han Jeong-Won'un da bu duruma hızla adapte olması, adımlarını ve ritmini ona uydurması bu ilişkiyi bir tarafın diğerine yaslandığı hımbıl bir "oğlan çocuğu olarak kalmış eşek kadar adamı büyütme hikâyesi" olmaktan kurtarıyor.

No In-Ji ile ilk karşılaşmalarının üniversite zamanına denk düşmesi, ikisinin de birbirini hatırlaması, ama ikisinin de hatırladığını belli etmemesi ise hikâyelerine vurulan en şık fırça darbesi. 

Bu son derece nahif ilişkinin etrafına bir psikolojik gerilim hikayesi örmesi ise The Trunk'ı muadili sözleşmeli evlilik konulu dizilerden ayırıp orijinal bir yere koyan özelliği. Hem Han Jeong-Won ve Lee Seon- Yeon'un birbirini mahvetme prensibine dayanan illet gibi ilişkisi, hem de No In-Ji'nin psikopat stalker'i hikâyeyi gizem ve gerilime doyuruyor. 

Lee Seon-Yeon tek başına bile dizinin tüm gerilimini yüklenecebilecek kadar baskın bir karakter ve deli bir kadın. İstemediği hâlde hamile kalması ve hamilelikte girdiği depresyonu, gebeliğinin son haftalarında olduğu hâlde şişen karnına uygun hamile kıyafetleri giymemesi detayıyla vurgulamaları da ince bir detaydı hoşuma gitti.

Tek mırın kırın edeceğim konu final, finali kötü bulmamakla beraber pek de sevemedim. Kendi içinde özgün bir çizgi yakaladıktan sonra klişe bir finale aktı dizi. Ama bu zaten hep dert yandığım artık kronikleşmiş bir sorunsal, kdrama senaristleri bazı istisnalar dışında iyi final yapamıyor, olmuyor, yıllardır bir türlü aşılamadı bu.











Yorum Gönder

0 Yorumlar