Deha - Baba, Oğul ve İmre Üçlemesi

Deha'dan bahsedeceğim, ama diğer dizi incelemelerimden biraz farklı olacak bu. Deha'nın ne anlattığını değil, ne anlatamadığını yazacağım daha çok. Deha en başta var olan ve izleyicisine vadettiği hikâyeyi anlatamamış bir dizi çünkü. Şayet diziye dalarsam uzun ve bunaltıcı bir eleştiriden ibaret kalır yazacaklarım, ki bunu da istemiyorum, dizinin ıskaladığı, ama benim üstünde durmak istediğim detayda kalan birkaç şey var, belki dizi için herhangi bir önem arz etmiyordu bunlar, ama benim için Deha'yı ilgi çekici kılan bu görece önemsiz detaylardı. O yüzden bu yazı dizinin tutarsızlıkları ve saçmalıkları değil, belki önemsiz, ama bana göre anlamlı bazı detayları üzerine olacak.

Dahi bir matematikçi olan Devran'ın çocukken onu ve ailesini terk eden dolandırıcı babasının, yanında yeni ailesiyle beraber yıllar sonra geri dönmesiyle gelişen olayları anlatıyor dizi. Hem bir baba-oğul çatışması, hem de bir dolandırıcılık hikâyesi olan Deha 13. bölüm gibi, yani bir yerli dizi için çok erken bir safhada bu iki önemli odak noktasını ve onlarla bağlantılı karakterlerini pasifize edip kendine yeni maceralar arayan, akabinde oradan oraya savrulan, boyunun ölçüsünü aldıktan sonra tekrar asıl odak noktasını yakalamak için bir takım girişimlerde bulunsa da baştaki ince ayarı bir daha çekemeyen talihsiz bir dizi. Var olan Deha bu, kendisini ıslıklarla uğurluyorum. Vadedilen, ama var olamayan "bendeki" esas Deha'yı eşeleyeceğim şimdi biraz.

Aslında Deha en başta Devran, babası İskender ve İskender'in metresinden olan oğlu Cesur üzerinden tanıtılan bir işti, ama bu formülasyonla Çukur'un Yamaç-İdris-Vartolu çağrışımını fazla göze sokan dizi, kendi özgün tonunu bulamadı bu çatışmada, galiba bulmaya da çalışmadı ve bu üçlü üzerinden ilerleme iddasından pek erkenden vazgeçti. Ki zaten bana göre Deha'nın esaslı üçlemesi Baba, Oğul ve İmre'ydi. 

İskender'in metresinin kızı olan İmre küçük yaştan itibaren İskender tarafından himaye edilir ve ikili arasında özel bir yakınlık kurulur. İmre hünerli bir dolandırıcı olan İskender'in elinde ustalıkla işlenir. Yetişkin bir kadın olduğunda artık İskender'in "aramızda kan bağı olmamasına rağmen sen bu dünyada bana en cok benzeyen insansın" dediği ve elmas kaçakçılığı işinde kurye olarak kullandığı gözünün nurudur. Dizinin ilgimi ve merakımı kaşıyan ve uzun zaman sonra beni bir yerli dizinin başına oturtan tarafı tam buradan doğan çatışma oldu; Devran'ın çocukken terk edildiği ve bu yüzden hem nefret ettiği, hem de yana yana özlediği babası tarafından yetiştirilen ve babasına çok benzeyen İmre ile imtihanı. 

İskender İmre'ye "oğlum dâhi, ama seni tek geçerim!" diyerek daha ilk andan İmre ve Devran'ı terazinin iki kefesine koymuş ve ikili arasında ilerde doğacak ihtiraslı rekabetin fitilini ateşlemişti. İkisi de İskender tarafından yetiştirilmişti ama Devran çıraklık, İmre ustalık eseriydi İskender'in. Devran tam babasını geçtiğini düşündüğü, üstün zekası ve akademik başarılarıyla hem babasının etkileneceği, hem de bu oyunda onu havada karada alt edebilecek bir erkeğe dönüştüğüne aklı kestiği anda tıpkı onun gibi İskender tarafından yetiştirilen İmre'yle karşı karşıya kalıp önce afallamış, sonra da şapa oturmuştu. İskender'in avcı içgüdülerini harekete geçirerek yetiştirdiği İmre ve Devran arasında geçecek aşk ve dolandırıcılık oyunu, kimin av kimin avcı olacağı ve İskender'in bu oyunu kendi lehine nasıl çevireceği Deha'yı bende çok özel bir yere koyabilecek nefis incelikte bilinmezlerdi. Gel gelelim İmre bu oyunda hemencecik egale edildi, çünkü zor bir karakterdi; anlatması da, anlaşılması da. Zora talip oldu, ama erkenden de havlu attı senarist. Anlatmaya talip olduğu çok kadim ve çok bıçak sırtı bir kadındı, baştan kendini buna hazırlamalıydı, toplumun hep ve daima aforoz ettiği ve edeceği kadını anlatmaya soyunup sonra da geri adım atamazsın, İmre sana gül bahçesi vadetmemişti ki zaten. İmre bir femme fatale'di, Salomé'nin soyundandı!

"Babil'in Kızı Salomé"

Fransızca öldürücü kadın anlamına gelen femme fatale karakter arketipinin kökeni epey eskilere dayanıyor. Mitolojide falan da benzer orijinleri var Medusa gibi, ama tam anlamıyla en karakteristik ilk femme fatale örneği Oscar Wilde'nin 1891 yılında yazdığı Salomé adlı tragedyasının ana kahramanı olan Salomé. Oyunda Vaftizci Yahya'ya görür görmez aşık olan, ama onun tarafından aşağılanarak reddedilen Salomé sırf Yahya'yı dudaklarından bir kez öpebilmek için üvey babası kral Herod için dans eder, bu dansla büyülenen kral Herod krallığının yarısı dahil Salomé'ye ne isterse vermeyi vadeder. Salomé aşık olduğu ama reddedildiği Yahya'nın başını ister, kral sözünü tutmak için Yahya'nın başını Salomé'ye sunar, Salomé Yahya'nın başını ellerinin arasına alıp dudaklarından öper, ama Salomé yüzünden kutsal bir adamı öldürtmek zorunda kaldığı için öfkelenen kral Herod askerlerine Salomé'nin de öldürülmesi emrini verir ve sırf Yahya'yı bir kez öpebilmek için Salomé hem onun hem de kendisinin ölümüne sebep olmuş olur. Baştan çıkarıcı, vahşi, tehlikeli ve ölüm getiren özellikleri ile Salomé bilinen femme fatale kadın tipinin en eski örneklerinden biri. 

İmre'yle kesişen çok ortak noktaları var. Bana göre bu benzerliklerden en etkileyici olanı İmre'nin 4. bölümde Karga ile olan sahnesinin Salomé'nin meşhur "yedi peçe dansı"na olan sembolik çağrışımı. Salomé kral Herod için dans ederken üstünde yedi parçadan oluşan peçeler vardır ve dans boyunca bu peçeleri tek tek çıkarır ve son parçayı da attıktan sonra çıplak kalır. İmre de İstanbul'a geldiği ilk anda dizinin en güçlü karakteri, yani neredeyse bir krala denk olan mafya lideri Karga'nın yanına gider ve onun karşısında üstünden yurt dışından getirdiği yedi parça elmas mücevheri tek tek çıkarır, en son parçayı çıkarmak için de elbisesinin boyun bağını çözüp sırtını açar ve Salomé'nin yedi peçe dansına belki bilerek belki bilmeden selamını çakar.

Bu iki kadının eyleminde üstünü değil altını çizmek gereken bir hadise var. O da Salomé'nin de İmre'nin de bunu teslim olmak için değil, teslim almak için yapmış olmaları. İkisi de femme fatale'dir; güzelliklerinin de, arzulandıklarının da farkındadır ve bunu erkeklere karşı güce ve avantaja dönüştürüp kendi şahsi amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak kullanırlar. Salomé bu dansla krala teslim olmaz kraldan Yahya'yı teslim alır. İmre Karga tarafından arzulandığını bilir, bunu körükler, ama elmasları çıkarışının hemen akabinde "bakabilirsin ama asla dokunmazsın, ben sana istediğim her şeyi yaparım ama sen bana hiçbir şey yapamazsın" der ve kendini Karga için hep arzulayacağı, ama asla elde edemeyeceği bir konuma yerleştirerek babası İskender'in bile karşısında aciz kaldığı adamı, kendi karşısında aciz bırakır.

Bir diğer ortak özellikleri ikisinin de erkekler tarafından fethedilen değil, fethedeceği erkeği kendi seçen kadınlar olmaları zaten. Salomé yine bir femme fatale karakteristiği olarak güzelliği ve cazibesiyle pek çok erkeği büyüler, buna kral da dahildir, ama o hiçbirini istemez, hiçbiri tarafından fethedilmez, kendi fethedeceği erkeği seçmiştir; Yahya'yı. Aynısı İmre için de geçerli, İmre de fethedilmeye yanaşmaz, kendi fethedeceği erkeği seçer; Devran'ı. 

Ki ilginç bir husus da İmre Karga'nın karşısında üstündeki elmas mücevherleri çıkarırken camın ardından Devran'ın da bu anı görmesi ve ilgiyle izlemesi, daha doğrusu dikizlemesidir. Devran için "Yusuf Bey"dir Karga o aşamada, boy ölçüşmeye cür'et bile edemeyeceği bir adamdır ve o heybetli adamın İmre karşısında nasıl aciz kaldığını gözleriyle görür. Devran için İmre daha ilk andan itibaren "Allah'ım nasip etme" diyerek hem korktuğu, hem de kendine tarttığı bir kadındır. Tehlikeli, göz alıcı ve alemin en büyük adamının bile elde edemediği, bu sebeple de ilerde içindeki rekabet hırsını tetikleyecek olan kadındır. Devran'ın karakter gelişimini başlatacak olan da Karga'ya karşı gireceği bu rekabet dürtüsü olacaktı zaten. Olamadı, geç!

Salomé ve İmre'nin bir başka ortak yanı da annelerinin de tıpkı onlar gibi femme fatale kadınlar olmaları. Salomé'nin annesi Herodias, kocası öldükten sonra onun kardeşi Herod ile evlenir ve kocanın kardeşi ile evlenmek ahlaken yasak olduğundan Yahya tarafından lanetlenir. Yahya Herodias'tan da, öyle bir kadının kızı olduğu için Salomé'den de nefret eder, Salomé'yi "Babil'in Kızı sakın bana dokunma!" diye bağırarak kovar yanından. Aynı şekilde İmre'nin annesi Aysel de bir femme fatale'dir, evli olan İskender'le ahlaken yasak bir ilişki yaşayıp Devran'ın annesinin aldatılmasına ve terk edilmesine sebep olur. O yüzden İmre de tıpkı Salomé gibi annesinden dolayı ilk andan itibaren damgalanır ve ötekileştirilir. Ayrıştıkları nokta ise bir femme fatale'in kaçınılmaz sonu olan ölüm teması. Femme fatale ismiyle müsamma ölüm getirendir, ya kendisi ölür ya da onunla olana ölüm getirir. Salome oyunun sonunda hem Yahya'yı öldürtmüş hem kendisi ölmüştü. İmre ise ölmedi, Devran'a da ölüm getirmedi çünkü İmre evcilleştirildi. Onu donatan tüm tehlikeli ve kışkırtıcı özellikler tek tek üstünden söküldü ve finalde femme fatale'in tam zıttı özellikte, kayınvalidesiyle yaşayan evcimen bir anne figürüne dönüştü. 

İmre evcilleştirildiği için erkekler ve erkeklerin kurduğu düzen için tehlike arz eden kadın olmanın diyetini ödeme işi bir başka femme fatale olan annesi Aysel'e aktarıldı. Finalde Aysel öldü. Boran'ın ölümünün bedeli bu olayla hiçbir alakası olmayan ama "arzulanan, tuzak kuran, güzelliğini silaha dönüştürüp o silahla erkekleri vurabilen kadın" arketipi olduğu için, erkeklerin işlediği tüm günahlardan daha büyük bir günah işlemiş sayılan Aysel'e kesildi. Boran'ın ölümünün kefareti olarak "baştan çıkaran kadın" günah keçisi yapıldı ve cezalandırıldı.

Tıpkı Wilde'in Salomé'yi cezalandırdığı gibi, tıpkı Tolstoy'un Anna'yı cezalandırdığı gibi, tıpkı Halid Ziya'nın Bihter'i cezalandırdığı gibi, tıpkı Deren'in Eyşan'ı cezalandırdığı gibi. Vahşi, tehlikeli, kışkırtıcı ve itaatsiz olan, tutkusunun peşinden giden, tuzak kuran, erkekler üstünde üstünlük sağlayan ve eril düzeni tehdit eden kadın finalde ölür ve düzen tarafından cezalandırılır. Deha'da da bu ceza İmre'ye kesilecekti, ama İmre evcilleştirildiği için annesi Aysel'e kesildi. Belki kendimce yorum getirdiğim başka birçok şeyin dizide karşılığı hiç yoktur, hepsi benim hüsnü kuruntumdur, ama dizi boyunca yapılan ataerki vurgusu çok netti. Cavidan'ın Aysel'e ve hatta sırf onun kızı olarak doğma günahına battığı için İmre'ye mütemadiyen nefret kusup oğlu İskender'e asla toz konduramamasında, Esme'nin İmre'yle flörtleşen Devran'ı her seferinde affedip İmre'yi daha gördüğü ilk anda aşağılayarak etiketlemesinde, tüm günahı kadına yükleyip erkekler için ne kadar ileri giderlerse gitsinler geri dönüş biletini hep saklı tutan anlatımda erkeklerin çıkarlarını koruma prensibine dayanan sistemin dizaynı çok netti. 

Femme fatale karakterleri olumlamasam da izlemekten ve üstüne konuşmaktan keyif alma sebebim de buna gıcıklığım biraz. Erkeklerin çıkarlarını koruma prensibiyle tasarlanan bir düzende güzelliklerini araca dönüştürüp o araçla erkeklere hükmedebilen kadınların neler yapabildiklerini, en fazla ne kadar ileri gidebildiklerini görmekten keyif alıyorum. Hürrem'in "harem ne ki dünyayı ben yöneteceğim!" tiradının kanını fokurdatmadığı kadın var mıdır. İçinde bulunduğu sistem Hürrem'e hükmetme yetkisi vermez oysa ki, ama Hürrem sistemin bug'ını bulur ve hiç kimseyi yönetmesine izin vermeyen sistemde herkesi yöneten adamın kalbini ele geçirip onun üstünden kendi iktidarını yükseltir. 

Aynı mantık modern örneklerinde ve dizinin ilk safhalarında İmre için de geçerliydi. Erkeklerin kendi aralarındaki güç savaşları etrafında dönen ve "kadınları hiç alakadar etmeyen" yeraltı aleminde İmre güzelliğini ve cazibesinin kendi işine yarayan bir araca dönüştürür ve bir kadının hiçkimse üzerinde üstünlük kurmasına olanak olmayan maskülen ve acımasız bir ortamda herkes üstünde üstünlük kuran adamı kendi önünde diz çöktürür, o da sistemin bug'ını bulur, çünkü neden olmasın. Femme fatale karakter arketipiyle ilgili "bu kadınların tek sadakati kendi benliklerinedir" diye bir cümle okumuştum, en sevdiğim tanımlama bu oldu. İmre de başta tam böyle bir kadındı, İskender'e minnettar ve hayrandı, ama her an yüz üstü bırakabilecek kadar da kendi başına buyruktu, Devran'a aşık oldu ama onu da kendi arzu nesnesi olarak gördü, onun tarafından sevilmeyi umursamadı, hiçbir toplumsal norma bağlılığı yoktu, kınanmaktan korkmuyordu, bireye de topluma da bir borcu yoktu, tek sadakati kendineydi. Başta, çok başta, İmre bu kadar cüretkar bir kadındı, tepkiyle karşılanması da kaçınılmazdı, hazmedilmesi zaman alacaktı.

Ama İmre bir niyet, bir teşebbüs olarak kaldı, anlatılamadı. Sonunda cezalandırılmasına da razıydım, yeter ki anlatılabilsin isterdim. Çok özel bir karakter olacaktı buna da eminim. Öyle olmaya teşne çünkü. Geçip giderken aniden gittiği yoldan dönüp Devran'ı pat diye dudağından öpebilecek kadar kendi arzularının peşinde koşan, toplumun ne ödülle ne cezayla ehlileştiremediği kadın çünkü. Hiç çıkarmadığı, şaha kalkmış kısrak motifli şahmeranıyla karakterize edilen başına buyruk, yakıcı, yıkıcı, ele avuca sığmaz kadın çünkü. Senariste içerleme ve bir daha yazdığı bir diziyi izlemeyecek kadar küsme sebebim de bu zaten. İmre başta o kadar nefis tasarlanmıştı ki, femma fatale özellikleri öyle bir zarafetle takıp takıştırılmıştı ki ona, elindeki kısrağıyla, Salomé'nin yedi peçe dansına çaktığı selamıyla öyle şık donatılmış ki, böyle bir kadın yazabildikten sonra ondan vazgeçmek bir seçenek değildi. 

Cezalandırmasını kabul edebilirdim, ama ehlileştirilmesini kabul edemiyorum. İmre alelade bir "kötü kadın" gibi değil, en eski femme fatale olan Salomé'nin soyundan bir yırtıcı olarak tasarlanmıştı. Buna güvenmesi gerekiyordu, bu ağaç sürgün verecekti sabretmesi gerekiyordu. Hele ki bir kadın senaristin böyle bir kadın karaktere yaklaşımı daha farklı olsun beklerdim, giderek İmre'ye ya üstten ya karşıdan bakmaya başladığını hissettim ne acı ki, zaten bu yüzden karakterle olan yazar bağını kaybetti ve onu kimliksizleştirebildi herhalde, yoksa insan nasıl kıyar. İmre'yi kısrak simgesiyle özdeşleştirip sonra onun karakter gelişimini vahşi atların ehlileştirilmesi sürecine dönüştürmeye nasıl eli gider. En azından en son hamleyi yapmasaydı, İmre'yi Gülce'nin himayesine sokup o vahşi kısrağın boynuna yuları nasıl geçirdiklerini bari göstermeseydi, ama onu bile izletti. Anladık yuları taktılar, anladık.

Başkaları belki başka şey söyler ama bana göre Devran'ın karakter gelişiminin yazılamama ve bununla bağlantılı olarak hikâyenin doğru yerden ilerletilememe sebebi de İmre'nin ehlileştirilmesi zaten. Devran'ı kışkırtacak olan İmre'ydi, İmre ne kadar cüretkar yazılırsa Devran da o seviyeden bir dönüşüme girecekti, İmre için "Devran'ın imtihanı" diyen dizinin kendisiydi zaten. İmtihan kalmayınca Devran'ı sınayacak bir şey de kalmadı, anlatılacak bir hikaye de kalmadı. Günün sonunda deveden aslana aslandan çocuğa dönüşecek olan bir Devran da kalmadı. Dövüş kulubünde Anlatıcı yine bir femme fatale olan Marla Singer için "bu hikayede her şey Marla ile ilgili" der. İşte bu hikayede de aslında her şey İmre ile ilgiliydi, hikayenin tetikleyicisiydi çünkü, İmre'nin boynuna yular geçince Devran'ın imtihanı ve o imtihan sonunda erişeceği üstinsan dönüşümü de kalmadı. Ki bu dönüşümün nihayet bulabilmesi ve Devran'ın çocuk safhasına geçebilmesi için hayatındaki iki tetikleyicinin, iki tahrik unsurunun yani İskender ve İmre'nin ikisinin de ölmesi gerekiyordu. Dürüst olalım, Devran'ın mutlu sonunda İmre'ye yer yoktu.

 








Yorum Gönder

0 Yorumlar