The Tale of Lady Ok - İki Şehrin Hikâyesi

"Her türlü çilenin çekileceği, her şeyin mümkün olduğu ücra bir noktasındaydılar uzayın." diye bir cümle geçer iki şehrin hikâyesi'nde. The tale of lady ok dramasının geçtiği zaman ve mekan da tam olarak burasına denk düşer uzayın; her türlü çilenin çekileceği ve her şeyin mümkün olduğu ücra bir nokta.


Joseon döneminde geçen dizi, genç kızlık çağında bir köle olan Gu-Deok'un ağır çileler, renkli maceralar, acı ve tatlı sürprizlerle dolu hayat hikâyesini konu alıyor. Adıyla müsamma dizi ancak masallarda mümkün olabilecek mucizelerle bezeli. Gu-Deok'un hak edilmiş mucizeler ve karşılığında ödediği ağır bedeller arasında sürüklenen öyküsü, büyüleyici bir masalla dönemin en sert toplumsal gerçekliklerinin iç içe geçip harmanlandığı, ikisinin de çok tadında karıştırıldığı mükemmel bir dizi. Överken kendimi korkak alıştırmayacağım çünkü mest etti beni. 16 bölüm boyunca temposu hiç düşmeyen, hikâyesi hiç tıkanmayan, romantizm-dram-komedi arasında kurduğu denge mükemmel, tüm masalsı elementlerine rağmen tarihî arka planı hiç kaybetmeyen, kendini masal olarak tanımlasa dahi dönemin buz gibi toplumsal gerçeklikleriyle göbek bağını hiç kesmeyen ve son bölüme eriştiğinde arkasında tek boşluk bırakmadan yüzünün akıyla final diyen şahane bir dizi. İki şehrin hikâyesi eserine yaptığı inceden atıflar ise dizinin en afili tarafı oldu benim için. Kendi özgün hikâyesine dolaylı, ama çok anlamlı bir noktadan zerk ettiği bu klasiğin ruhuna ait zerreler diziden aldığım zevki büsbütün katladı. Ama dur, bu bir masal madem, "bir varmış bir yokmuş" diyerek başlamak icap eder.


Köle bir anne babanın köle çocuğu olarak dünyaya gelen Gu-Deok'a solucan anlamına gelen bu isim evin beyinin, tıp bilimi henüz bu teşhisi koyabilecek yaşa gelmediğinden kendi hâline bırakılan psikopatik kişilik bozukluğundan muzdarip ruh hastası kızı tarafından 'bahşedilir'. Beyin psikopat kızının elinde sürekli hırpalanan bir oyuncak olan Gu-Deok'un hastalanan annesi de beyin emriyle kölelere reva görülen adet üzere diri diri gömülür ve o günden itibaren Gu-Deok para biriktirip babasıyla birlikte oradan kaçmayı kafasına koyar. Bunun için de gizli gizli bulabildiği her işi yapıp para kazanmaya koyulur. Keskin zekası sayesinde okuma yazmayı da söküp para kazanmak için kitap kopya etmeye başlar ve henüz bilmese de gelecekte hayatını tamamen değiştirecek bir altın bilezik takar koluna. Panayırda kavrulmuş fıstık sattığı bir gün ise genç bir adamla tanışır.


Etrafına topladığı kalabalığa masal anlatan bir hikâye anlatıcısını izlerler beraber. Gu-Deok mutlu sonla biten bu masalı çok beğenir, genç adam ise çok basit ve klişe olduğu için eleştirir. Gu-Deok, kocaman yüklerin altında ezilen yoksul insanların üstün sanatsal niteliklere sahip eserlere değil, onlara yaşadıkları hayatın yorgunluğunu bir anlığına da olsa unutturacak mucizelerle dolu basit ve sıcak hikâyelere ihtiyaç duyduklarını, o yüzden bu masalın çok güzel olduğunu söyler. Gu-Deok'un bu sözleri edebiyatla haşır neşir olan genç adamın zihninde yepyeni bir pencere açar ve odasına kapanıp kitap yazmaya çalışmak yerine insanların yüzünü güldürecek bir hikâye anlatıcısı olmaya karar verir. Adı Seo-In olan bu genç adam bir beyin oğludur ve Gu-Deok'un kafadan terelelli hanımıyla evliliği kararlaştırılmıştır aslında. Gu-Deok'la bundan habersiz birbirlerine aşık olurlar. Ama ikisi de ait oldukları sosyal sınıflar sebebiyle asla beraber olamayacaklarının bilincindedir ve aralarındaki görünmez duvara hiç ilişmeden sade bir arkadaşlık kurarlar. Gel gelelim Gu-Deok'un hanımı onları beraber görünce kıyametleri koparır ve kaderin çarkları ikisi için de dönmeye başlar. 


Gu-Deok öldüresiye dövüldükten sonra uzun zamandır planladığı şeyi yapar ve babasını da alıp kaçar. Seo-In ise bir köleyle ilişki yaşadığı için evlatlıktan reddedilir ve babasından aldığı ismi ve statüyü bırakıp evden ayrılır. Köle Gu-Deok ve bey oğlu Seo-In'in yolları o gün yaşadıkları şehri ayrı ayrı terk edişleri ile ayrılır, ama yıllar sonra başka bir şehirde, başka kimlikler ve etiketlerle yeniden karşılaşacaklardır!

Ve Masal Başlar..

Gu-Deok kaçarken babasını da, biriktirdiği paraları da kaybeder ve yaşadığı bir dolu macera sonunda ölen aristokrat bir genç hanım olan Lady-Ok'la karıştırılır, ailenin büyük hanımı da hayat sana limon veriyorsa limonata yap düsturundan ilhamla Gu-Deok'u ölen torunu yerine alıp bağrına basar. Başta dediğim gibi acımasız gerçekliklerden beslenen büyülü bir masaldır bu ve her masalda olduğu gibi sürekli yıllar yılları kovalar ve zaman hiç durmadan akar. Aradan üç yıl geçer, Gu-Deok artık oturması kalkması, havası edası, konuşması ve vakarıyla tam bir aristokrattır. Ruh hastası hanımı hâlâ köle avcılarına fellik fellik Gu-Deok'u arattığı için sseugae chima denilen soylu kadınların sokakta yürürken başlarına örttükleri uzun ceketle sürekli yüzünü gizleyerek çoğu zaman da evden hiç çıkmadan yaşayıp gitmektedir.


Bir gün yaşadığı kasabaya gösteri yapmak için bir temaşa kafilesi gelir. Seung-Hwi adında namı tüm ülkeye yayılmış pek meşhur bir hikâye anlatıcısı vardır gösteri ekibinin başında. Yüzüne gizlemek için kullandığı peçeyi hiç çıkarmayan bu gizemli hikâyeci Seo-In'dir. Kaderin çarkları ağır ağır, ama son derece kararlı olarak dönmektedir ikisi için de. İkisi de gerçek kimliklerini ve yüzlerini gizleyerek yaşamaktadır yıllardır. Kader sosyal statülerini tersine çevirmiş, ama aralarındaki duvardan tek bir tuğla bile eksiltmemiştir, aşağı görülen bir meslek olan sanatçı vasfıyla Seong-Hwi'nin soylu bir genç hanım olan Lady Ok'la doğrudan konuşması bile yasaktır. 


Seo-In onunla kaçmasını ister, ama Gu-Deok reddeder ve yeniden ayrılırlar. Ve bir gün Gu-Deok tıpkı Seo-In'e benzeyen bir adamla karşılaşır, başta onu Seo-In zanneder, ama yüzü tıpatıp benzese de karakteri ona hiç benzemeyen kasabanın yeni yargıcının asker oğludur bu. 

Ülkede baş gösteren büyük kuraklığın sebebinin yin-yang dengesinin bozulması olduğunu düşünen kral dengenin yeniden sağlanabilmesi için evlilik çağına gelmiş tüm gençlerin evlenmesini emreder. Yasa gereği Gu-Deok da evlenmek zorundadır. Yargıç hukuksal konulara istidatlı olan Lady Ok'u oğluna gelin, kendine de asistan yapar. Kocasının ise tıpkı Gu-Deok gibi kendince sırları vardır ve ikisi için de bu evlilik formalitede kalır. Kaderin çarkları hâlâ ağır ağır, ama hiç durmadan dönmektedir Gu-Deok ve Seo-In için, beraber olmalarına da ayrılmalarına da imkan yoktur bu çarkta. 


Çark dönmeye devam eder, yargıç olan kayınpederi bir komploya kurban giden, kocası da ülkeden kaçan Gu-Deok evin hanımı olarak tek başına kalakalır, yedi koca yıl geçer, Lady Ok başında hiçbir erkek olmadan tek başına hem hanımı olduğu evi yönetmekte hem de avukatlık yapıp kasabanın yolsuz yargıcını her gün boncuk boncuk terletmektedir. Ve kocasının öldüğü haberi geldiği için resmî olarak dul ilân edilmek üzeredir. Dul olduğu resmileştiği taktirde Konfüçyüsçü yasalar gereği avukatlık yapması da sosyal hayata karışması da yasaklanacak ve evde kocasının yasını tutacaktır ömrünün sonuna kadar. Tam o anda yedi yıldır tek bir haber bile alamadıkları öldü sanılan kocası çıkagelir.


Başta herkes gibi Gu-Deok da onu gerçekten kocası zanneder, ama bu hayatta ona baktıkça ömrü uzar gibi kıyamadan ve doyamadan bakan tek bir adam vardır ve bu onun gözleridir. Neredeyse 10 yıl boyunca ayrı ayrı kendilerine koca dünyada bir avuçcuk yer açabilmek, bir isim ve bir suret sahibi olabilmek için çırpınan Gu-Deok ve Seo-In insan icadı etiketler yüzünden birbirlerini sürekli ıskaladıkları 10 yılın ardından nihayet imkansızı mümkün kıldıkları o biricik ihtimalde kavuşurlar. Gu-Deok'un dul ilân edilmesini önlemek uğruna kendinden vazgeçip kaçan kocasının yerine geçebilmek için kendi kimliğini öldüren Seo-In ve onu gerçek kocası olarak alıp bağrına basan Gu-Deok için artık geri dönüş yoktur, kıldan ince kılıçtan keskin bir yolda el ele yürüyecek, ne yaşayacaklarsa beraber yaşayacak, ölmek pahasına da olsa artık mutlaka beraber yaşayacak, şen kahkahaları ve kanlı gözyaşlarını birbirine katıp bu masala şanına yaraşır mükemmel bir son yazacaklardır beraber. 

Onlar buna niyet ededursun kaderin çarkları son bir tur için ağır ağır dönmektedir!

Dünyanın En Güzel Seven Erkeği

Seo-In'in Gu-Deok'a olan aşkı eşi benzeri olmayan, çok acayip bir şeydi. Sevdiği kadını istemeden de olsa üzecek, incitecek, ona herhangi bir zarar verecek minicik bir aşırılık bile yapmaz mı bir adam, ağzından kötü tek bir kelime bile çıkmaz mı, tek bir kere bile sesi azıcık olsun hoyratlaşmaz mı, alnı bir kerecik olsun katlanmaz mı, bir defacığa mahsus da olsa küsmez mi, gücenmez mi? Hem de o kadın beraber kaçma teklifini defalarca reddettiği, hatta başka bir adamla evlendiği hâlde, 10 sene boyunca bir sevdayı sırtlanıp taşırken bir kere bile sendelemez mi, of demez mi bir adam..


"Dünyada hiçbir erkek, asla kavuşamayacağını bildiği bir kadını onun sevdiği gibi sevemez, sevdiği kadının bir eş ve bir anne olduğunu bildiği hâlde, onu böylesine temiz duygularla fakat kararlı bir biçimde sevmeye devam edemezdi."
  İki şehrin hikâyesi'nde Dickens, Sydney Carton'un Lucie'ye olan aşkını böyle ifade eder. Seo-In de bu hikâyenin Sydney Carton'udur ve Lucie'sini, ona asla kavuşamayacağını bile bile sadakatla sevmekte de, o mutlu olsun diye kocasını kurtarmak için kendini yakmakta da, onun için ölüme mahkum edilirken dimdik durmakta da üstüne düşeni yapıp ilhamını aldığı latif roman karakterini mahçup etmemeyi başarır.


Yazacaklarım bitti, ama öveceklerim bitmedi, o yüzden kısa kısa birkaç husustan daha bahsedeyim..

Gu-Deok karakterini oynayan Lim Ji-Yeon'un oyunculuğuna bir ufak değinmem lazım mesela. Köle Gu-Deok'u da, geçirdiği değişim sonrası dönüştüğü Lady Ok'u da harika oynamış, bunu bir kenara koyuyorum dizideki tüm performanslar çok iyiydi zaten. Ama Lim Ji-Yeon'un karaktere çektiği ve gönlümü çelen esas ince ayar Gu-Deok'a özel olarak ayarladığı bir ses tonu, bir bakış, bir yandan gülüş ve bir oturuş şeklini hep cepte tutması oldu. Lady Ok olduktan sonra geçen yılların da etkisiyle tamamen soylu bir kadına dönüşen ve o çizgide yaşamına devam eden karakter hiç beklemediğim bir anda pat diye Gu-Deok'a özgü jest ve mimiklerden yapıverdi birkaç minik sahnede. Ve bunlar öyle sahnelerdi ki aslında senaryonun böyle bir derdi olmadığı halde bu karakter 10 sene sonra bile hâlâ köle Gu-Deok'u içinde bastırmaya mı çalışıyor diye sorgulamama sebep oldu, karaktere şık bir derinlik katmış oyuncu bu nüanslarla.

Bir başka sevdiğim şey dizinin tarihsel arka planının hikâyeye çok iyi yedirilebilmesi. Köle sınıfının gördüğü insan onurunu ayaklar altına alan muamele zaten farklı farklı karakterler üzerinden değişik biçimlerde birçok kez aktarıldı; hastalanınca diri diri gömülmeleri, cezalandırılmak için yüzlerinin kızgın demirle damgalanması, kadın kölelerin cariye olarak da görülmesi istismar edilmesi gibi.. 


Bunun yanında kral bu yönde bir ferman verdiği takdirde ülkedeki evlenme çağına gelmiş herkesin hemen evlenmek zorunda olması, kıtlık ve kuraklığın önüne bu şekilde yin-yang dengesinin sağlanması ile geçilebileceğine inanılması, Konfüçyüs yasaları gereği dul bir kadının kocasıyla beraber o da ölmüşcesine sosyal hayattan soyutlanıp evine kapatılması, kasabaların anne tapınağı denilen soylu kadınlardan oluşan kadın komisyonunun çalışmaları, bossam denilen kız kaçırma geleneği, devlet memurluğu sınavlarının usulü, salgın hastalıklarla nasıl mücadele edildiği gibi birçok farklı tarihsel materyali de dizinin geneline şahane bir şekilde yedirmişler. Böylece hem Joseon imparatorluğundaki sosyo-kültürel hayat hakkında da birçok bilgi aktarmış, hem de hikâyeyi yaşayan, nefes alan bir gerçekliğe taşımayı başarmışlar.









 

Yorum Gönder

0 Yorumlar