Hint Sinemasının sufî yönetmeni İmtiaz Ali’den aşina olduğumuz bir doğu klasiğini günümüz bakış açısı ve Hint dokuşunuyla yeniden izleme imkanı sunuyor Laila Majnu. Asla eskimeyecek, kaç farklı versiyonu çekilirse çekilsin eksilmeyecek bir aşk öyküsü. “Aşk”a bakış açısını son derece ilgi çekici ve çarpıcı bulduğum İmtiaz Ali’nin üflediği nefesle can bulan bu versiyon, “Leyla ile Mecnun” uyarlamaları arasında da kendine özel bir yer açtı bence.
“Bizim hikayemiz çok önceden yazılmış. Ve ne bu dünya, ne bu dünyanın insanları.. Onu biz bile değiştiremeyiz.”
Çok iyi bildiğimiz bir öykü taze bir nefesle can buluyor yeniden. Yıl 2018, mekan Keşmir. Laila bölgenin hatırı sayılır ailelerden birinin genç yaştaki kızıdır. Özgür ruhlu, neşeli, gösterişli bir kız olan Laila monoton hayatını Keşmir’in delikanlılarını peşinden koşturarak renklendirmektedir. Bir gün ezkaza Qais (Kays) adındaki nâmı meşhur bir çocukla tanışır. Çapkınlığı, serseriliği ve deliliği ile dillere düşmüş olan Qais o günden itibaren bir gölge gibi Laila’yı takip etmeye başlar. Qais’in arkadaşları Laila’nın erkekleri peşinden koşturmayı seven, flörtöz bir kız olduğu, Laila’nın arkadaşları ise Qais’in genç kızların hayatını karartan sorumsuz bir serseri olduğu konusunda ne kadar uyarmaya çalışsa da iki genç birbirine olan merak ve ilgisine hakim olamaz.
Laila Qais’in ona bir adım atmak yerine sürekli hayalet gibi peşinde dolanmasından bir süre sonra sıkılır ve karşısına çıkar. Aralarında her an alevlenmeye hazır olan elektrik bu kez bir kavganın fitilini ateşler, Laila Qais’i kovar ve Qais “Artık ben gelmeyeceğim. Bu kez sen ara bul beni” yazan bir not göndererek Laila’nın peşini bırakır. İlgi odağı olmayı, şımartılmayı seven ve buna çokça alışmış olan Laila Qais’in bu restiyle dumura uğrar.
Bir arkadaşlarının düğününde yeniden karşılaştıklarında ise aralarındaki elektrik bu kez aşkı tutuşturur ve arkadaşlarının tanıklığı ve hayretli bakışları eşliğinde Laila ve Qais aşka düşer. Aileleri arasında süregelen bir husumet ilişkilerini gizli sürdürmelerini zorunlu kılsa da, Qais hiç uzatmadan Laila ile evlenip, sadece ikisine ait olacak dünyalarına çekilmenin hayalini kurmaya başlamıştır bile. Çapkın bir serseri olarak adı çıkan Qais bambaşka bir çocuktur özünde, dağlarla arasında gizli bir muhabbet vardır, dağları çok sever ve bir gün Laila’sını da alıp dağların ardına gitmenin hayalini kurar. Qais evlilik hayalleri kuradursun Laila ailesinin bu ilişkiye olur vermeyeceğinin bilinci içinde geçici bir gönül macerası olarak bakar yaşadıkları şeye. Akılları farklı söylese de kalpleri aynı dili konuşan Laila ve Qais günden güne birbirine karışır. İlişkileri sonunda Laila’nın babasının kulağına kadar gittiğinde ise artık ikisi için de kopmak imkansızdır.
Kadim hikâye
Qais kendi babasını iki aile arasındaki gerginliği bitirip Laila’yı babasından istemeye ikna etse de, Laila’nın babası Masood bu zeytin dalını karşılıksız bırakıp Qais’in babasını aşağılar. Bununla da yetinmez ve Laila’yı yanında çalıştırdığı İbban adlı bir gençle evlendirmeye karar verir. Düğün günü Qais kapılarına dayanır; babasını aşağılayan, onu aşağılayan ve üstüne Laila’yı başka bir adamla evlendirmeye kalkan Masood’u daha fazla alttan alamaz ve tartışmaya başlarlar. Qais Masood’a rest çeker, hâlden anlamaz, kibirli bir adamdan rıza almaya çalışmakla hata ettiğini söyler ve “Hadi!” der Laila’ya, “Dağlara gitmenin vakti geldi Laila, hadi!” Laila Qias’ın babasına sarf ettiği sözlere çok sinirlenir, onu sevmekle hata ettiğini ve şimdi de pişman olduğunu söyleyip, o dakikadan itibaren nikaha gönüllü olduğunu dile getirerek Qais’ı ikinci kez kovar. Ve Qais ikinci kez “Artık ben gelmiyorum. Bu kez sen ara bul beni” diyerek önce düğün evini, ardından da Keşmir’i terk eder.
Dört senelik bir zaman atlamasıyla başlar, filmin ikinci yarısı. Babasının ölümü üzerine Qais dört sene sonra, gittiği Londra’dan Keşmir’e geri döner. Saçı sakalı birbirine karışmış, durgun, huysuz bir adamdır artık, yüzünde nasıl olduğunu hatırlamadığı yara izleri vardır ve kimseye söyleyemese de Laila’nın hayalini görmektedir olur olmadık anlarda, eski Qais’ten eser kalmamıştır üstünde. Cenazeden sonra hemen geri dönmekte kararlı olsa da, kaderi üzerindeki cüz’î iradesi olacak olanın önüne geçemez ve Laila’yı görür.
İlk karşılaşma Laila fark bile edemeden Qais’in kaçmasıyla son bulur. Mutsuz bir hayatı ve alkolik bir kocası olan Laila ise Qais’i düğün günü kovduğu ve İbban ile evlendiği için çoktan pişman olmuştur. Durgun, sessiz, kederli bir kadın hâline gelen Laila’nın da tıpkı Qais gibi eski hâlinden eser yoktur artık. Qais’in döndüğünü öğrenince görüşmek ister onunla. Tıpkı yıllar önce çapkın bir serseri olduğunu söyledikleri gibi bu kez de Qais’in Londra’da hovardalık yaptığı yalanıyla avutmuşlardır Laila’yı yıllarca. Oysa 4 yıl sonra ilk kez buluştuklarında Laila’nın karşısında gördüğü bitik bir adamdır. Qais bayılır, Laila hıçkırıklara boğulur, gaddar dünya harcamıştır ikisini de. Laila tek ziyan olanın kendisi olmadığını, Qais’ın da yitip gittiğini anlayınca öfkeyle dolar, yıllardır sessizce tahammül etmeye çalıştığı her şey patlar içinde. Ailesine rest çeker, kocasına rest çeker, Qais’i arar, eşyalarını alıp ona geleceğini, kaçıp gideceklerini söyler. Qais çocukça bir sevinçle hazırlanır ve Laila’yı beklemeye başlar.
Laila’nın babası Masood da pişmandır olanlara ve Laila’ya kaçması gerekmediğini İbban’dan boşanıp özgürce Qais ile olabileceklerini söyleyince Laila yeniden alt üst olur. Qais’e gider ve boşanacağını, biraz daha beklemesini söyler. Qais büyük bir hayal kırıklığına uğrasa da peki der. Ama boşanmaya sıra bile gelmeden alkolik İbban kaza yapıp ölür. Laila yeniden Qais’e kaçacaklarını onu beklemesini söyler, Qais yeniden hazırlanır ve Laila’nın babası yeniden onu bu utançla yaşatmaması, iddet müddetini beklemesi için yalvarır. Laila yeniden Qais’e gelir ve biraz daha beklemesini söyler.
Qais’in dört sene önce Laila tarafından yüz üstü bırakıldığında gerilmeye başlamış olan akıl ipleri artık tamamen kopmak üzeredir, Laila farkında olmasa da. Qais dağları düşleyen bir çocuktur, sevdiği kızla dağların ardında bir hayat kurmayı hayalleyen, bir ütopyaya inanan bir çocuktur. Bu dünya, bu dünyanın insanları, bu dünyanın dertleri Qais’ten çok uzaktır. Sevdiği kadınla arasına aileler, para, koca, boşanmak, iddet gibi sorunlar girdikçe Qais Laila’dan da uzaklaşır ve tamamen kendi içine döner. Bu dünya ve bu dünyanın insanları Qais’ten uzaktır, sadece Laila’ya yakın olmak, sadece Laila ile olmak ister. Ne acı ki Laila Qais’i çözümlemekte çok geç kalır.
Qais’in içindeki Majnu sancısı
Qais yine de iddet müddetini de beklemeye razı olur, ama artık umudu kalmamıştır. Arkadaşı Zaid ona moral vermek için yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiklerini biraz daha sabretmesini, sonra Laila ile çok mutlu olacaklarını söylediğinde “Burası dünya” der Qais, “Burada işler öyle yürümez.” Qais kendi ütopyası ile var olan dünya arasındaki köprüleri tamamen yıkmış ve ikisinde birden yaşayamayacağını, Laila’nın da onun ütopyasına ait olmadığını içten içe kabul etmiştir artık. Bedeni Laila’yı beklemeye devam etse de, ruhu artık çok sıkıldığı bu dünyadan kaçmak için yanıp tutuşmaktadır.
Üstelik kendi ütopyasında kendi Laila’sına da kavuşmuştur çoktan, Laila’nın hayali artık sürekli onunladır, konuşabilmekte hatta dokunabilmektedir ona. Beraber ormanlarda gezmeye, dans etmeye başlarlar, Laila her an takip eder onu, tıpkı çok eskiden bir zamanlar Qais’in bir hayalet gibi onu takip ettiği gibi, artık Laila onun peşindedir. Her şey Qais’in istediği, hayal ettiği gibidir. Ve Qais dünyanın Laila’sını beklemekten vazgeçer. Aklının iplerini salar, dünyaya, dünyanın insanlarına, dünyanın Laila’sına ve dahi dünyanın Qais’ine sırtını döner. O artık MAJNU’dur.
Laila ve Majnu
Haftalar sonra tanınmaz hâlde, üstü başı yara bereler içinde bulurlar Majnu’yu. “Laila’n geldi Qais, aç bak gözünü” derler, onu görünce kendine geleceğini umarak. Majnu Laila ‘ya bakmaz bile, ağzından dökülen tek şey “La-ilah… La ilahe illallah” olur. Majnu’nun ruhu bu dünyayı çoktan terk etmiştir. Laila bunu anlar, Qais’in arkadaşı Zaid’e “öldüğünde onu benim yanıma getir” der ve sessizce kalkıp gider. Aşk çölünde beraber yürümüşlerdir bir zamanlar, bedenen çok uzak olsalar da beraber acı çekmişlerdir dört sene boyunca, ama Qais Laila’dan çok daha öteye gitmiştir artık. Ona yetişme sırası Laila’dadır…
Aşıksan aşkın kurallarına tâbisindir, dünyanın vaatleri yalandır, dünyanın insanları yalancıdır, Laila bunu unutup dünyanın kurallarına boyun eğerek ayrı ayrı, ama hep yan yana yürüdükleri aşk çölünde Qais’in gerisinde kalır. Yoksa Laila’nın aşkında bir kusur ya da noksanlık yoktur. Qais aşkın deli yüzüyse, Laila aşkın vefa yüzüdür. İkisi de olmazsa olmazıdır, hatta iki değil, birdir onlar. Ve dünyanın kurallarını bırakıp yeniden aşkın kurallarına boyun eğerek Majnu ‘suna kavuşur Laila.
“Ve sonsuza kadar mutlu yaşarlar…”
Dağın çağırdığı insanlar
İmtiaz Ali çok sevdiğim bir hikayeci, onu salt yönetmen olarak tasvir etmek içime sinmiyor, nitekim o da kendisini bir “storyteller” olarak tanımlıyor. Tasavvuf edebiyatı, Mevlana öğretileri, Doğu masal ve efsaneleri etkisinde gelişen hikayelerine yaptığı Hint dokunuşunu seviyorum. Dağın çağırdığı insanları anlatıyor İmtiaz Ali, nasıl sevmem.
Highway-Veera / Laila Majnu-Qais
Dağların dili vardır, insanlarla konuşurlar, en azından bazılarıyla. Ve bazılarını da kendilerine çağırırlar. İmtiaz Ali pek çok filminde dağın kendine çağırdığı insanları anlatır. En sevdiğim filmlerinde biri olan Highway de ya da bu yazının konusu olan Laila Majnu da, mesela. Çılgın kalabalıktan uzak bir hayatın düşünü kuran, şehirlere sığamayan, betonlarda nefes alamayan, masallara inanan insanların hikayecisi İmtiaz Ali kadim bir öykü olan Leyla ile Mecnun’a da kendi özgün dokunuşunu yaparak yine çok özel ve defaatle izlenecek bir film çıkarmış.
0 Yorumlar