Kavramların içinin henüz boşaltılmadığı, insanların “gönül bağı kurduğu her şeyden ölene kadar sorumlu olduğu” ve bu sorumluluğu büyük bir kıvançla taşıdığı zor ama anlamlı yıllara ait bir yakın geçmiş Kore hikâyesi Youth of May. 1980 senesinde geçen, 2021 yapımı, 12 bölümlük bir KBS yakın dönem dizisi.
1980 Mayıs’ının başında açılan dizi G.Kore’yi derinden
etkilemiş Gwangju ayaklanması arka planında gelişen nahif bir aşk hikâyesini
konu alıyor. Diziye geçmeden evvel ülke tarihi için büyük anlamı olan bu olaya
kısacık bir parantez açmamda fayda var bilmeyenler adına. Dönemin ağır baskı ve
yasaklar uygulayan rejimine karşı tepkili olan halk, bilhassa da işçi sınıfı ve
üniversite öğrencileri ülkenin her köşesinde protestolara devam ederken başkent
Seol veya başka büyük kentlerden biri yerine, ülkenin güneybatısındaki küçük bir
yerleşim olan Gwangju da 1980 Mayıs’ında tüm ülkeyi sarsacak bir ayaklanma
başlıyor. Çok sayıda askerin Gwangju’ya gönderilmesi, şehre giriş ve çıkışların
tutulmasıyla yerel halkın tamamen ablukaya alındığı 18-27 Mayıs tarihleri
arasında askerlerin sivillere ateş açmasına kadar varan ve neredeyse 2000
kişinin öldüğü belirtilen kanlı günler yaşanıyor. Nice sonra Gwangju Demokrasi hareketi olarak tarihe geçen ve ülke bağımsızlığı için dönüm noktalarından biri
kabul edilen bu olay May 18, A Taxi Driver, 26 years gibi birçok başarılı Kore filmine
de konu olan toplum hafızasında derin kazınmış bir travma aynı zamanda.
Youth of May işte bu kanlı günlerin arifesinde, 1980
Mayıs’ının başında, Seol’dan memleketi Gwangju’ya gitmek üzere yola çıkan
Hee-Tae ile açılıyor. Tıp fakültesini birincilikle bitiren, ama üniversiteler
arası müzik yarışmasına katılabilmek için mezuniyetini erteleyen Hee-Tae bir protesto
sırasında ağır şekilde yaralanan ve doktorların umut vermediği arkadaşının
bilinci kapanmadan önceki son sözleri “eve gitmek istiyorum” olunca arkadaşını
aynı zamanda kendi memleketi de olan Gwangju hastanesine sevk ettirebilmek için
babasından para istemek üzere Gwanhju’ya gider. Anti-kominist bürosunun başı ve
oldukça sert bir adam olan babasından ancak “karşılığında ne istersen yaparım”
diyerek istediği yardımı alabilir. Bunun karşılığında babasının ondan istediği
şey ise konumu ve bağlantılarını güçlendirebilmek için Hee-Tae’nin şehrin önde
gelen iş adamlarından birinin kızıyla evlenmesidir.
Hee-Tae babasıyla yaptığı anlaşma gereği eli mecbur
olduğundan bu evliliği kabul etmek zorunda kalsa da evlendirileceği iş adamının
kızı Soo-Ryeon bu işe o kadar da kolay yanaşmayacaktır. Hukuk fakültesi
öğrencisi ve üniversitedeki direniş hareketinin liderlerinden biri olan
aktivist Soo-Ryeon’ın protestolarla oldukça yoğun olan gündeminde evlilik falan
yoktur ve babasının diretmelerine karşı kendince parlak bir çözüm bularak
aileleri tarafından ayarlanan buluşmaya kendi yerine hemşire olan lise arkadaşı
Myeong-Hee’yi gönderir.
Almanya’daki bir tıp fakültesine burslu olarak kabul edilen
Myeong-Hee’nin önündeki tek engel maddi gücünü çok aşan uçak biletidir.
Soo-Ryeon, Hee-Tae ile kendisi yerine birkaç kez buluşur ve oğlanı evlilikten
vazgeçirebilirse bilet parasını seve seve karşılayacağını söyler, anlaşırlar ve
evlendirilmek üzere gittiği randevuda Hee-Tae karşısında fabrikatör bir adamın
hukuk öğrencisi kızı yerine birkaç gün önce komadaki arkadaşı için gittiği
hastanede gördüğü hemşireyi bulur. Kızdan çok etkilenir, bu yüzden de bozuntuya
vermez ve aralarında hüsranla bitmesi kaçınılmaz olan bir aşk oyunu başlar.
Tarih 1980 Mayıs başıdır ve Gwangju’da kopacak olan küçük kıyametle aralarında
sadece birkaç hafta vardır.
İngilizcede bir tabir var ya hani, eski ama eskimeyen şeyler
için kullanılan; old but gold. Hah işte Youth of May tam bu sözün karşılığı bir
hikâye. Çok bilindik ve oldukça eski klişelere dayanıyor dizinin temeli, ama
öyle güzel ve duru bir şekilde ele alınmış ki her şey (birkaç noktada tatlı
ters köşeler de var üstelik) yolun sonunda bir klişeye değil bir klasiğe göz
kırpmış dizi. Ortaya çıkan şey basmakalıp ve içi geçmiş bir dizi değil, hoş bir
nostalji yaşatan ve kendi izini bırakan özel bir iş olmuş.
Dizinin ilk yarısı Hee-Tae ve Myeong-Hee arasında yeşeren
nazenin aşkı anlatıyor, aşkın en tazecik ve heyecanlı evrelerini teker teker
incelikle işleyerek. İlk görüşteki heyecan, birbirinin ruhuna ilk dokunuş, ilk
gülümseme, ilk gözyaşı, kıskançlık, ayrılık, uzak duramama, lakin yanına da
gidememe ve artık uğruna yaşanacak ve savaşılacak en değerli şeyin o insan
olduğunu kabulleniş. Hepsi titizlikle ve çok samimi bir dille işlenmişti, o
yüzden de ilk 7-8 bölümü büyük heyecanla izledim. İkinci yarıdan itibaren ise
şehirde alttan alttan zaten fokurdamakta olan sular artık kaynama noktasını
buldu ve ordu Gwangju’ya girdi. Oradan itibaren de dizinin atmosferi tamamen
değişti, izlemesi zor, ama kayıtsız kalması da imkansız bir mücadeleye evrildi
hikâye.
Pek çok karakterin perspektifinden bu ayaklanmanın insana
olan etkisi işlendi son 3-4 bölümde. Çocuklar, lise ve üniversite öğrencileri,
anne-babalar, askerler, hemşire ve doktorlar, en çok da her şeyin göbeğinde
cılız kolları ile birbirine sımsıkı tutunan Hee-Tae ve Myeong-Hee. Ülke
tarihini derinden etkileyen çok ağır bir olayı insana dair pek çok yönüyle ele
almış Youth of May. İster istemez “ben olsam ne yapardım acaba?” diye düşünmeye
ve o çalkantılı yıllarda yaşamış insanlarla empati kurmaya zorluyor dizi. Benim
ilk düşündüğüm şey “ben olsam çok korkardım” oldu, Korkardım, bundan ilerisini
düşünmeye fikrim yetmedi. Ve tam bu gerçekle cebelleşirken bir sahnede
Soo-Ryeon “ben de korkuyorum, çok korkuyorum, ama yine de bir şeyler yapmak
zorundayız” diyerek ekrandan bana gülümsedi adeta.
Youth of May G.Kore’nin yakın tarihindeki en önemli
olaylardan birini adı sayfalar arasında kaybolup yitmiş sıradan insanların gözünden
anlatan, tarihten ziyade insana dair bir öykü. Bu yüzden de izlemesi daha ağır,
insanların kaderini belirleyen kilit isimleri değil, kaderi başkaları
tarafından belirlenen, ama en son nefeste kendi sözünü söyleyen ve kendi
noktasını koyabilen insanları anlattığı için..
Hee-Tae ve Myeong-Hee sadece aralarındaki zarif ve kırılgan
aşkla değil birbirlerinden bağımsız olarak da çok etkileyici ve güçlü iki ana
kahraman. İkisi de çok sağlam tasarlanmış derinlikli karakterler ve
birbirlerine değene kadar yaşadıkları hayat hikâyesi başta olmak üzere hem ayrı
ayrı, hem de beraber dünyaya kafa tutan iki aşık olarak verdikleri mücadele çok
etkiledi beni.
Despot ve acımasız bir adamla bir gazino şarkıcısının
evlilik dışı ilişkisinden dünyaya gelen, zengin bir ailede büyüse de hep
horlanan, ezilen ama her şeye inat daima gülümseyen, dizi boyunca ağzından
hiçkimseye karşı kötü veya incitici bir söz çıkmayan, zeki, nahif, duygusal ve
eğlenceli bir genç adam olan Hee-Tae kişisel kdrama belleğimdeki en özel erkek
karakterler arasına adını yazdırıverdi. Apolitik tavrı yüzünden arkadaşlarınca
hep iğnelense ve küçük görülse de insanî değerlere olan sımsıkı bağıyla yeri
geldiğinde herkesten daha büyük yüklerin altına girdi. Nitekim çok iyi
biliyorum ki; onurlu bir insan olarak yaşamayı seçmek tüm ideolojilerden daha
büyük ve bağlayıcı bir sorumluluktur.
Myeong Hee ise kanatları çok küçük yaşta kırılmış bir kız
çocuğu. Liseye giderken gözü kara arkadaşı Soo-Ryeon’a uyup okul duvarlarına
rejim karşıtı ilanlar asan, ama zengin ve nüfuslu babası sayesinde daha sonra
da hep olacağı üzere yaptığı en tehlikeli işlerin bile sonuçlarından sıyrılan
Soo-Ryeon’ın aksine olduğundan daha büyük bir bedel ödemek zorunda kalan ve
okul hayatı biten, babası tarafından “bundan sonra hiçbir şeye itiraz etme,
sesli bir şekilde nefes bile alma, her şeye peki de ve böyle yaşa” sözleri ile
yapayalnız bırakılan, dünyaya da babasına da küsmüş ve her şeye peki demeye
başlamış bir kız.
Sürekli ondan fazla mesai yapmasını isteyen baş hemşireye,
kendi işlerini bile ona yıkan insanlara, sevdiği adamı bırakmasını isteyen
arkadaşına, her şeye peki diyen bir kız.. Babası tarafından kırılan kanatları
sevdiği adam tarafından onarıldığında ise ilk kez hayır demeyi öğrendi ve
hikâyenin en güçlü karakterine dönüştü. İham veren bir genç kızdı, son ana kadar..!
*SPOİLER*
Son düzlükte bir mutlu son ihtimali kalmadığı ayan beyan
ortaya çıktı zaten, Hee-Tae ve Myeong-Hee Gwangju’dan her gitmeye kalkıştığında
bir aksilik çıkması ve bir türlü gidememeleri, onlar ileri doğru bir adım
atmaya çalıştıkça görünmez bir el tarafından en başa püskürtülmeleri yeterince
net bir işaretti benim için. Yine de son 2-3 bölümde kendimi hazırlamaya
başladığım finalden gözyaşı bırakmadan çıkamadım. Sarsıcı bir şekilde bitti
dizi. Ama 40 sene zaman atlamasına gidilerek 41 mayıs boyunca sevdiği kadını
bekleyen, bedeni ve ruhundaki kesiklerle her Mayıs’ta sevdiği kadın için sessiz
ağıtlar yakan Hee-Tae’nin yaşam ve ölümden azade aşkı içime bir nebze su
serpti. Aşıklar ölse de aşkların ölmediği hiçbir hikaye tam anlamıyla kötü
bitmiş sayılmaz sanırım.
0 Yorumlar