It’s okay to not be okay 2020 senesinin en sağlam kdramalarından biri. Gerek özgün ve sıra dışı hikayesi, gerekse kalburüstü oyunculukları ile benden tam not aldı. Temiz bir final yapabilmiş olması bile diziyi özel bir yere yerleştirmeye yeter sebep zaten, kdrama senaristlerinin düzgün final yazamama sorunsalını düşününce..
“Healing drama” diye tabir edilen türde acıların, travmaların üstesinden gelebilme konusunda yol gösteren, motive eden sakin bir dizi, ki ben de bu türe ait Kore dizilerini ayrı bi’ seviyorum. Bu türde çok başarılı da olduklarını düşünüyorum, sakin bir ritm içinde sıkmayan, ama aynı zamanda da yormayan bir dizi yapabilmekte dikkate değer bir başarıları var kdrama senaristlerinin.
Diziye dönecek olursak… Anti sosyal kişilik bozukluğu olan meşhur bir çocuk kitapları yazarı olan Ko Moon Young, ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde hasta bakıcı olan Moon Gang Tae ve onun bakmakla yükümlü olduğu otizmli abisi Moon Sang Tae arasında gelişen iyileşmek, travmalarla yüzleşmek, hayatla baş etmek ve bir aile olmak hikayesi it’s okay to not be okay…
Dizi masallar ve travmalar ekseninde birbirine paralel, hatta birbirine karışarak ilerliyor. Bazen dünyaca ünlü klasikler bazen de Ko Moon Young’un yazdığı masallar oluşturuyor her bölümün ana temasını. Psikolojik rahatsızlıklar, nasır tutmuş travmalar, istismar başlı başına komplike ve derin mevzular olduğu için bunları masallarla harmanlayarak sadeleştirmek kesinlikle dahiyane bir fikir ve hem anlatım hem de illüstrasyonlarla uygulamada da çok temiz, çok iyi iş çıkarılmış.
Ko Moon Young
Ko Moon Young anti sosyal kişilik bozukluğu olan, aslında çocuklardan ziyade yetişkinlere hitap eden, biraz ürkütücü olsa da çok sevilen gotik tarzda masal kitapları olan ünlü bir yazar. Çok yalnız ve ıssız bir kadın olan Ko Moon Young’un yazdığı masallar dünyayla iletişim kurmasının yegane yolu aynı zamanda. Çocukluğunu mimar olan babasının küçük bir sahil kentinde, ormanın derinliklerine inşa ettiği şatovari evde polisiye yazarı olan annesiyle baş başa geçiren karakter, tüm çocukluğu boyunca annesinin istismarına maruz kalıyor. Babasının annesini öldürüp akıl hastanesine kaldırılmasıyla da trajik hayatına öldürücü vuruşu yiyip tamamen kendi kabuğuna çekiliyor.
Ko Moon Young’un anti sosyal kişilik bozukluğu yani sosyopatinin hemen hemen tüm belirtilerini üzerinde taşıyan bir esas kadın karakteri olması son derece cüretkar ve ilginç bir hamle. Bu yönüyle de dizi klasik kdramalardan ayrılıyor zaten direkt. Alışılagelmiş bin yıllık “tatlı, şapşal ve ürkek” kadın karakter klişesinin karşısına “şiddete meyilli, dominant ve problemli” bir kadın karakter oturtmuş senarist, hakkını da vermiş.
Moon Gang Tae ile ilişkilerinde baskın ve girişken taraf da Ko Moon Young. Ki bu yönüyle de ilginç ve marjinal bir dizi It’s okay to not be okay. Kdramaların kemikleşmiş klişelerinden biri olan baskın erkek figürünü de çiğnemiş atmış senartist, selamlar saygılar buradan kendisine, gelecek projelerini de dört gözle bekliyorum.
Moon Gang Tae
Dizinin en klişe ve aslında en özgün karakteri ise Moon Gang Tae. Şöyle ki; diğer iki ana karakter otizm ve anti sosyal kişilik bozukluğundan mustarip daha girift ve çok katmanlı yapıdayken Gang Tae stabil, durgun, hatta dümdüz bir genç olarak çıkıyor karşımıza. Hayattaki tek akrabası otizmli abisi ve ona bakmak zorunda. Bakıyor da, hem ona, hem de çalıştığı ruh ve sinir hastalıkları hastanesindeki hastalara. Hepsine, herkese karşı yumuşak ve sabırlı bir genç. Buraya kadar gayet klişe her şey. Ama kapağı açıp kitabı okumaya başladığımızda dizinin en sıra dışı karakteriyle tanışıyoruz.
“Bir insan için kendini feda etme”nin aslında ne kadar zor ve aslında ne kadar sağlıksız bir davranış olduğunu Gang Tae karakteri üzerinden oya gibi işliyor senarist dizi boyunca. Ailenden biri bile olsa, sana çok ihtiyacı bile olsa başka bir insanı kendinin önüne koymak, bir de bunu tüm hayatına ve ömrüne yayarak kronikleştirmek sağlıklı bir durum değil, eğer uğruna kendinden ve kendi hayatından tamamen vazgeçiyorsan şayet, bir erdem hiç değil. Çünkü fedakarlık ve erdem addettiğin şeyin içinde kendini sevmeyen, kendine değer vermeyen bir insana dönüştüğünde artık başkalarına da bir faydan olmuyor.
Denge her konuda çok hayati bir unsur. Gang Tae kendi istek ve hatta tepkilerini tamamen bastırıp, otizmli abisinin istek ve ihtiyaçlarına göre şekillendirdiği hayatın içinde yitip gidiyor farkında bile olmadan. Korelilerin reenkarnasyon inancı var bildiğiniz üzere ve bu konuya atıf yapılan birkaç sahnede ısrarla bir daha asla dünyaya gelmek istemediğini dile getiriyor karakter. Dışardan hep sakin ve anlayışlı bir insan profili çizse de, iç dünyasında yaşama sevinci ve azmi tamamen tükenmiş bir genç.
Ko Moon Young sivri ve direkt karakteri ile bunu yüzüne yüzüne vurmaya başladığında ayıkmaya başlıyor o uyuşukluktan. “İki yüzlülük” diyor Ko Moon Young, Gang Tae’nin sabır ve anlayış sandığı şeye, haklı da. Gang Tae abisini hep ve daima alttan alarak, hastaları, etrafındaki herkesi hep ve daima alttan alarak iki yüzlü, samimiyetsiz bir insana dönüşüyor aslında, farkında olmasa da. O yüzden bakıcı olduğu hastanedeki hastalar ne zaman Gang Tae’nin gülümsediğini görse “bir daha sakın gülme, iğrenç oluyorsun” diyerek tepki veriyorlar. Gang Tae çok yakışıklı bir çocuk olduğu hâlde evet gülümsediğinde suratı rahatsız edici bir hâl alıyor, çünkü o sahte bir gülümseme ve insanlar bunu bir şekilde hissediyorlar.
Moon Sang Tae
Moon Sang Tae ise 35 yaşında, otizmli bir birey. Çocukken annesinin öldürülüşüne tanıklık etmiş ve hala bunun travması ile boğuşuyor bir yandan da. En sevdiği şeyler; dinazorlar, Ko Moon Young’un yazdığı çocuk kitapları, çizim yapmak ve para:) Saçına dokunulmasından ve nezaketsizlikten nefret ediyor, bir de kelebeklerden.. O kadar net ve direkt bir karakter ki bu kadar bilgiyle dahi karakteri tamamen çözümlemek ve bu bilgiler ışığında Sang Tae ile iyi anlaşabilmek mümkün.
Dizideki otizmli birey tasviri de, yaptıkları farkındalık da, oyuncunun performansı da çok, ama çok başarılıydı, tek bir kusur bile bulamam. Oyuncu 16 bölüm boyunca, her sahnede, her an, her saniye full konsantre karakterin içindeydi, bunu küçücük nüanslarla öyle bir hissettirdi ki hayran kaldım. Ne kadar yazsam çizsem az gelir, eksik kalır. İzlemeniz gerek.
Sağlıklı İlişki Kurabilmek
Sang Tae ve Gang Tae arasındaki ilişki hatta bazen de çatışma, üzerinden çok dersler çıkarılabilecek derin ve önemli bir hikaye. Sang Tae otizmli bir birey, Gang Tae’nin onunla ölene kadar ilgilenmesi gerekiyor. Annesi onu kendisine bir şey olursa abisine bakması için doğurduğunu bile dile getiriyor çocukluklarında. Gang Tae bu hissin ne kadar tehlikeli olabileceğini bilmeden değersiz hissetmeye başlıyor kendini çocukluğundan itibaren. Dizi bunun ne kadar sağlıksız ve haksız bir durum olduğunu vuırgulasa da sunduğu çözüm “otizmli abini boşver, kendi hayatını yaşa, başkalarını umursama, sadece kendi isteklerine odaklan” da değil. Çözüm bu da değil.
Çözüm sağlıklı ilişki kurabilmek. Bir tarafın diğerine yük olmadığı, diğerinin onu sırtında taşımadığı.. İki tarafın da kendi ayakları üstünde durup yan yana, el ele yürüdüğü.. Ve iki tarafın da saygı duyulup ihlal edilmeyen bir kişisel alanının olduğu sağlıklı bir ilişki kurabilmek. Gang Tae ve Sang Tae bunu öğreniyorlar. Böylece hem abi-kardeş ilişkileri hem kişisel hayatları, hatta hem de psikolojileri giderek düzelmeye başlıyor bu farkındalığı yakaladıkları andan itibaren.
Kapıyı Bulmak
Dizinin merhem olmaya çalıştığı bir diğer yara ise psikolojik travmalar. Bunun için de kapı metaforu kullanılıyor. “Geçmişin tuzağına düşersen kapıyı bulamazsın. Çıkmak istiyorsan kapıyı bulman gerek.” Düştüğü tuzakta yani travmada kısılıp kalan ve kapıyı arayan insan hikayeleri var dizide. Hepsi de çok manidar ve değerli.
“Hiçbirini unutma. Hepsini hatırla ve üstesinden gel. Üstesinden gelemezsen daima ruhu büyümeyen bir çocuk olacaksın.” Üç ana karakterin kişisel yolculuklarının ve “kapıyı bulma” hikayelerinin özü bu aforizmaya dayanıyor. Senarist karakterleri vesilesiyle izleyicilerine de sesleniyor; “kapıyı bulun ve çıkın, lütfen çıkın o delikten!”
0 Yorumlar