Gulabo Sitabo – Açgözlülük, Paha Biçilemez Şeyler ve Budala Erkekler

Pek bir sevdiğim Hint yönetmenlerden biri olan Shoojit Sircar‘ın October ve Piku‘dan sonra izlediğim üçüncü filmi Gulabo Sitabo ‘nun başından da diğer iki filmde olduğu gibi, iyi bir film izlemiş olmanın nefis hazzı ile kalktım. Bir yerlerde hâlâ sanatının peşine düşenleri asla hayal kırıklığına uğratmayacak yönetmenler olduğunu ve sıkı filmler yapmaya devam ettiklerini hatırlamaya ihtiyacım vardı ve bu film ilaç gibi geldi.

Pandemiden dolayı beyaz perdede gösterime giremeyen ve Amazon prime’da yayınlanan 2020 yapımı filmin başrollerinde, yönetmenin bir önceki filmi Piku’nun da başrolünde oynayan Amitabh Bachchan, oyunculuğunu ve proje seçimlerini çok beğendiğim Ayushmann Khurrana ve bana göre filmin en tatlı ve en güçlü kozu olan 1933 doğumlu emektar aktris Farrukh Jaffar yer alıyor.

Fatima Mahal adındaki asırlık bakımsız bir konakta yaşayan ev sahibi Fatima Begüm, kocası Mirza ve yoksul kiracıları arasında geçen komedi ve dram harmanı ve bana kalırsa rahatlıkla slice of life türüne de oturtulabilecek çok keyifli bir film Gulabo Sitabo. Filmin ortalarında tempo biraz düşse de (zaten aksiyon vaat etmeyen konusu gereği bir kusur olarak nitelendirilemeyebilir de bu aslında) sabırsızlık edip başından kalkmayanları sıradışı bir final ve tatlı bir plot twist bekliyor filmin sonunda. Bu notu da düşeyim ki, bırakmaya kalkmayın:)

Fatima Mahal; odalarında güvercinlerin yuva yaptığı, avlusunda keçilerin gezdiği, bahçesindeki asırlık mango ağacı ile yaşıt, çok büyük, ama eski, bakımsız bir konak. Kiracıları da konağın yaşanılırlığı ile orantılı kiralara anca güç yetiren (hatta onu da yetiremeyen) yoksul ve kalabalık nüfuslu aileler. Üç kız kardeşi ve annesine bakmakla yükümlü değirmenci Baankey ise içlerinde en fakir, ama en uyanık olanları. Konak ve kiracılarla ilgilenen Mirza’nın da en sevmediği, sürekli didişip durduğu ve konaktan atmak için fırsat kolladığı kiracısı. Ve en nihayetinde Baankey ve Mirza arasındaki bitmek bilmez çekişme giderek katlanıp hem filmin, hem de kadim konak ve sakinlerinin akıbetini şekillendiriyor.

Açgözlülük

77 yaşındaki Mirza hem konakta, hem de filmin geçtiği Lucknow’da cimriliği, aksiliği ve açgözlülüğü ile nam salmış huysuz bir adam. Kendisinden 17 yaş büyük ve nispeten varsıl bir aileden gelen Begüm ile zamanında tabiri caizse iç güveysi olmayı kabul ettiği için evlenebilmiş. Ampül, bisiklet zili ve konaktaki eski eşyaları gizlice çalıp satmak gibi ufak tefek hırsızlıkları huy edinmiş olan Mirza karısından da para aşırmaktan çekinmiyor. Kendinden 17 yaş büyük olan Begüm’le vakti zamanında evlenme motivasyonu ise üstünden yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen hiç değişmeyen hayali yani; Fatima Mahal’ın tek sahibi olup, Begüm öldükten ve nefret ettiği kiracılarını kovduktan sonra orada tek başına yaşayabilmek!

Bu hayaliyle arasında ise 90’ı aşmasına rağmen gözü hiç de toprağa bakmayan Begüm ve konaktan çıkmaya hiç de niyeti olmayan kiracı Baankey var. Bu stresli rutin içinde ömürleri geçerken, filmin ve hayatlarının aksiyon almasını sağlayan ilk büyük kırılma ise Baankey’in tuvalet duvarını yanlışlıkla yıkması ve tamir ettirmeyi reddetmesi sonucu Mirza ile karakolluk olmaları oluyor.

Karakolda tesadüfen bir arkeoloji müzesi memurunun dikkatini çekmeleriyle Fatima Mahal bir anda harabe olmaktan çıkıp tarihi eser statüsüne taşınıyor ve ortalık karışıyor. Ve böylece Baankey’in arkasına düştüğü müze memurları ile Mirza’nın tuttuğu avukat ve onun bağlantılı olduğu konağı satın almak isteyen kodamanlar arasında kıyasıya bir çekişme başlıyor. Tüm bunlar olurken konağın üst katında sessiz sedasız oturup saçlarına kına yaktırarak günlerini geçiren Begüm ise son sözü söylemek için sırasının gelmesini bekliyor.

Paha Biçilemez Şeyler

Begüm akıllı, ama dünyanın yükünü ve aptal bir adamın kahrını yarım asırdan fazla süre çekmiş birçok kadın gibi gerçek zekasının çok küçük bir kısmını etrafına gösteren bir karakter. Gören, ama görmemiş gibi yapan, anlayan, ama anlamamış gibi yapan, kırılan, ama kırılmamış gibi yapan bir kadın. Mirza’nın birçok defosu içinde en affedilmez olanı da Begüm’e olan nankör ve duygusuz tavrı nitekim. Karısının hastalandığını ve doktorun “kendinizi her şeye hazırlayın” dediğini duyunca koşa koşa ilk iş gidip kefen alan ve o anda bile pazarlık yapmaya çalışan, sonra da karısı için konaktan en uzaktaki mezarlıkta yer seçen Mirza karısına, onun emekleri ve anlayışına vefasızlık eden her erkek gibi kendi hüsranını büyük bir titizlikle hazırlıyor film boyunca.

Etrafındaki herkesi kendinden nefret ettiren tüm kötü huylarına rağmen onu terk etmeyen bir kadının sadakatinin paha biçilemez olduğunu anlayamayan Mirza sahip olduğu diğer şeylere de aynı ahmaklıkla sosladığı açgözlülüğüyle ederinin çok altında değer biçip tek tek elden çıkarıyor. Antika bir avizeyi karısından gizlice ve yok pahasına sattığı gibi konağı da karısından gizlice ve yok pahasına satmaya çalışırken Begüm’ün engin sabır kotasına son damlayı damlattığının farkına da varamıyor. Ahmaklar böyledir işte, iş işten geçmeden hiçbir yanlışlarını düzeltemezler.

Çok hınzır bir finali var filmin; insanı hem şaşırtan, hem de içinin yağlarını eriten cinsten (bu yönüyle de benim gibi final plot twisti sevenlerin ayrıca hoşuna gidecek bir film Gulabo Sitabo) *Spoiler* Ahmak erkekler ne kadar kadir kıymet bilmezse, bilge kadınlar da bir o kadar vefakâr ve sebatkârdır. Begüm yıllar yıllar evvel, henüz genç bir kızken çok sevdiği aile yadigarı konaktan kopmak istemediği için onu Londra’ya götürmek isteyen sevdiği adamı bırakıp Fatima Mahal’de onunla yaşayabilecek olan Mirza’yla evlenerek kendince aile hatıratına vefa gösteriyor. 94 yaşında, bunun büyük bir hata olduğunu ölümünü dört gözle bekleyen Mirza sayesinde tastamam anladığında ise bu kez vefasının pusulası gençlik aşkına dönüyor ve herkesin hesap kitaplarını, küçük ve sinsice oyunlarını ortada bırakacak bir plan yapıyor ve konağı Mirza’dan önce davranıp 1 rupi (10 kuruş) karşılığında Londra’daki eski ve zengin sevgilisine satarak, ağır hasta olduğu yalanıyla herkesi oyalayıp gizlice Londra’ya, sevgilisinin yanına kaçıyor.

Başta Mirza ve Baankey olmak üzere herkes elleri bomboş kalıyor finalde. Begüm arkasında bıraktığı mektupla ufak tefek hırsızlıklarını da, ondan gizli çevirdiği dümenlerini de bildiğini anlattığı Mirza’ya küçük bir ev ve en sevdiği koltuğunu bırakıp çekip gidiyor. Mirza o koltuğu da yok pahasına sattıktan sonra final sekansında koltuğun eski eserler satan bir antikacıda çok yüksek bir meblağ ile satışa sunulduğunu görüyoruz. Mirza yine Mirza’lığını yapıyor günün sonunda ve sahip olduğu paha biçilemez bir şeye daha komik bir fiyat biçip yok pahasına satıyor.. Ahmaklar böyledir işte, aynı çukura defalarca düşerler.

Budala Erkekler

Filmin adını aldığı Gulabo ve Sitabo bir sahnede sokakta kukla gösterisi yapan bir adamın elindeki iki kuklanın isimleri. Birbiriyle çekişme içinde olan iki karakteri temsil eden bu figürler aynı zamanda filmin ana kahramanları Mirza ve Baankey’e yapılan birer atıf. Biri henüz 20’lerinde genç bir adam, diğeri 77 yaşında bir ihtiyar olsa da Mirza ve Baankey benzer yaradılışa sahip iki karakter, bu yüzden de asla anlaşamıyorlar ve günleri birbirlerinin ayağına taktıkları çelmelerle geçiyor. Bir diğer ortak özellikleri ise hayatlarındaki kadınlara gösterdikleri kabalık ve değer bilmezlik. Bu yüzden filmin sonunda artık hırlaşacak sebeplerden bile mahrum bir şekilde elleri bomboş kalakaldıklarında ilk kez olarak sakin bir şekilde oturup konuşmayı başarıyorlar.

Hayatındaki kadına verdiği değer bir erkeğin alın yazısıyla doğrudan alakalı, en mühim meselelerden biridir. Sevdiği, sevildiği, hayat arkadaşı olan kadını hırpalayan, yok sayan, saygı ve hürmet göstermeyen budala bir adam er ya da geç büyük bir hüsran ve pişmanlıkla kalakalmaya da mahkumdur.

Velhasılı açgözlülük, kıymeti maneviyatından gelen şeylere maddi değerler biçmek, nankörlük, budalalık, aşırı hırs gibi herkesi ilgilendiren pek çok mefhumla ilgili ironik, zekice ve düşündürücü göndermeleri olan bir film Gulabo Sitabo, ama bana göre bunlar içinde en dikkat çekici olanı 95 yaşında kendine bambaşka bir yol çizip arkasına bakmadan yürüyüp giden ve yeniden mutlu olan Fatima Begüm’den alınacak olan ders.. O da şu ki; ömür yiyen bir adamı boşamak için hiçbir zaman geç değildir..:)











Yorum Gönder

0 Yorumlar