The World Of The Married – Evlilik Bir Yanılsamadır!

2020’nin en sıkı dizilerinden biri The World Of The Married. Kablolu kanalların “tüm zamanlar reyting rekoru”nu kırdı dizi yayınladığı sene, o kadar büyük patladı ki dizi daha dumanı üstündeyken hemen aynı sene bizde de Sadakatsiz adıyla uyarlandı. Boş bir tantana da değil bu, aldığı reytingi de, çıkardığı gürültüyü de sonuna kadar hak ediyor. Bir kdrama müdavimi olarak hep de böyle devam etsin dilerim; star isimler değil, kaliteli içerikler iş yapsın hep. Ki biz de yaramıza dokunan, gönlümüze işleyen, ufkumuzu açan sağlam hikâyeler izleyelim.

The World Of The Married özgün bir hikâye değil, başarılı bir adaptasyon. Bir BBC one draması olan Doctor Foster‘dan uyarlanmış, orijinal diziyi izlemedim, spoiler yememek için araştırmadım bile hatta, o yüzden ne derece benzeşiyor, hangi noktalarda ayrılıyor, orijinalinden daha iyi mi, değil mi..? Bu soruları sizler için cevaplayabilecek durumda değilim maalesef. Ben anlamlı, ama bir o kadar da yorucu, sarsıcı bir hikâye olan The World Of The Married‘i izledim ve bana yetti, dahasını kaldıracak gücüm yok, o yüzden orijinalini izlemeyi düşünmüyorum.

Lafı yeterince dolandırdığıma göre diziye geçebilirim artık. Mutlu bir evliliği ve huzurlu bir hayatı olan aile hekimi Ji Sun-Woo’nun kocası tarafından aldatılmakta olduğunu ve hatta yüz yüze baktığı, sevdiği, güvendiği tüm yakınlarının da bunu bildiğini, ama sakladığını öğrenmesi ile alt üst olan hayatını konu alıyor ismiyle müsamma dizi The World Of The Married. Bir aldatma/aldatılma hikâyesi olarak başlayan dizi, entrika-gizem-dram-aksiyon sarmalında tepe sersemi edip, son düzlükte aile trajedisinin en çıplak, en sert hâlini tokat gibi yüzümüze çarparak zarif bir vedayla huzurlarımızdan ayrılıyor.

İzlemesi kolay bir dizi değil, onun uyarısını yol yakınken yapmalıyım sanırım. Heyecan, aksiyon hatta yer yer gizem unsurları hikayeyi ilk bölümden finale kadar diri tutuyor, o ayrı, izlemeyi zorlaştıran şey “sıkıcı” olması değil zaten, “ağır” olması. Hele bir de boşanma travması ile yıpranmışsanız hayatınızın bir döneminde, belki eş belki çocuk olarak, izlemesi gerçekten kolay değil. Bilhassa son birkaç bölümde bayağı sıkıntılandım ben, daraldım, ağladım da hatta birkaç sahnede. Bitince de o gün etkisinden çıkamadım. Bir dramanın bana kolay kolay yapabileceği şeyler değil bunlar normalde, ama bu dizi yaptı.

The World Of The Married her şeyden önce bir dizi/film için her zaman ve daima en önemli unsurun “hikâye” olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnek. Aldatılma sonucu yıkılan bir evliliğin aile bireyleri üzerinde yarattığı tahribatı konu alan yalın bir hikaye sırtını güçlü, çok boyutlu, derinlikli bir senaryoya dayadığında ve başarılı oyunculuklarla taçlandırıldığında ortalığı kasıp kavurabiliyormuş, reyting rekorları falan kırabiliyormuş demek ki.

Devasa bir bütçe yok, hallyu starları yok, sektörün en ünlü senaristleri/yönetmenleri yok, çok acayip fantastik egzantrik atraksiyonlar yok. Yalın, ama güçlü bir hikâye ve başarılı oyunculuklar var. Üstelik karşısında tam da bu niteliklerle donatılmış bir rakibi de vardı yayınlandığı dönem; devasa bütçe, hallyu starları, sektörü domine eden bir senarist yani The King: Eternal Monarch. Ama reytinglerde The World Of The Married karşısında hezimete uğradı dizi. Günün sonunda esas önemli olanın sağlam hikâye ve güçlü oyunculuk olduğunu, ambalaj değil içerik olduğunu, nicelik değil nitelik olduğunu kafalara bir kere daha kazıdığı için ayrıca sevdim The World Of The Married’i.

Bir savaşçının doğuşu..

Diziyi sırf aldatılma travması ve akabinde gelişen bir aile trajedisi olarak ele almak hem ziyan, hem de haksızlık olur. Çünkü bu kadar değil. Bazı insanların özünde, öz benliğinde bir “savaşçı” vardır. Hep oradadır, sadece ortaya çıkacağı zamanı bekler. İşte The World Of The Married de bir savaşçının doğuş/oluş hikâyesi aslında. Ve bu yönüyle de çok ilginç, dikkat çekici analizler sunan bir dizi.

Ji Sun-Woo aşık olduğu bir kocası, mükemmel bir oğlu, sevdiği bir işi, keyifli bir sosyal çevresi olan sıradan bir kadın olarak karşımıza çıkıyor birinci bölümün başında. Ve her şeyin kocaman bir yanılsama olduğunu öğreniyor en sert şekilde. Kocası onu aldatıyor, arkadaşları da bunu biliyor, hatta kocasının metresi ile görüşüyorlar. Birinci bölümün sonuna geldiğimizde ise elimizde kalan Ji Sun-Woo bu. Cinnetin eşiğinde sallanıyor ve önünde iki yol var; ya ona göz kırpan cinnet krizi ile kucaklaşıp önce gözünün gördüğü her şeyi yıkacak sonra da kendi yıkılacak kalkamamak üzere, ya da..?

Ya da içinde, derinlerde bir yerde uyuyan “savaşçı”yı uyandırıp gerçek kimliğiyle yüzleşecek. Ji Sun-Woo nasıl savaşılacağını çok iyi bilen bir kadın, bunu öğrenmek için hiçbir çaba sarf etmemiş, etmesine de gerek yok. Bu onun içgüdüsü, sadece henüz savaşmak zorunda kalmamış, ama artık zorunda! Böyle karakterler, hele bir de kadınsa ve hele bir de oynayan oyuncu ehilse öyle doyumsuz bir seyir zevki veriyor ki.

Ji Sun-Woo karakterini canlandıran deneyimli oyuncu Kim Hee-Ae’yi ne kadar övsem az gelir, müthiş bir kadın (Queenmaker dizisini yazarken de bahsetmiştim kendisine duyduğum beğeniden). Hemen hemen hiçbir meslektaşı olan hemcinsinin bir kdramada yapamadığı kadar özgür bir performans sergilemiş, en çok da bu yönüyle büyüledi beni. En minimal anlarda da, en yüksek sahnelerde de müthişti. Yer aldığı tüm sahnelerde kontrol onun ellerindeydi, karşısındaki hiçbir oyuncuyu ezmeden devleşen, hem tam bir alfa, hem de bir kır çiçeği kadar zarif olabilen inanılmaz bir kadın. Sıradan bir görüntüsü, ama çok güçlü bir aurası var Kim Hee-Ae’nin, onu bu kadar özel ve iyi bir oyuncu yapan da bu sanırım. Ji Sun-Woo karakterine bu denli yakışmasını sağlayan da..

Karakter gerçek bir savaşçı, ama henüz savaş görmediği için bu potansiyelinin farkında değil, sıradan ve güvenli bir hayat yaşarken bir anda bastığı toprak ayaklarının altından kayıp gidiyor. Ve bir savaşın içinde buluyor kendini. Üstelik kanlı bir savaş, biricik kocasına karşı vereceği oldukça çetin ve kanlı bir savaş. Aralarındaki sevgi bağı koptuğunda karısının ona neler yapabileceğini görüyor kocası Lee Tae-Ho. Yıllarca aynı yastığa baş koyduğu, dünyanın en sıcak, en sevecen, en sabırlı kadınının, biricik karısının asla düşman olarak karşısına almaması gereken bir insan olduğunu keşfediyor hayretler içinde.

Gerçek Kaybeden

Hayat arkadaşı olmaktan vazgeçip iki ebedî düşmana dönüşseler de, bir oğulları var ve savaşın gerçek kaybedeni o. Tüm kötü evliliklerde olduğu gibi. Başlangıçta “gerçek” bir ailenin tamamlayıcısı olarak görüyoruz sadece Joon-Young’ı. Bir dekor, resmi tamamlayan içi boş bir figür sadece. Bir çocuk! Asıl mesele o değil, asıl mesele ihanet, asıl mesele metres, asıl mesele boşanma, asıl mesele savaş, asıl mesele bu savaşı kimin kazanacağı. Asıl mesele çocuk değil. Öyle mi gerçekten..?

Dizinin ikinci yarısından itibaren ikilinin 15 yaşındaki oğlu olan Lee Joon-Young karakterinin hikâyedeki kilit rolü de kendini belli etmeye başlıyor. Ji Sun-Woo gerçek bir savaşçı, nasıl savaşılacağını çok iyi bilen bir kadın, her yıkıldığında daha da güçlenerek ayağa kalkabilen bir kadın, ama oğlu Joon-Young bir savaş ganimeti değil. Sun-Woo’nun en büyük hatası da bu oluyor nitekim, onu aldatan, akla gelebilecek her şekilde kandıran kocasından boşanmak bir savaşa dönüştüğünde oğulları Joon-Young da o savaşı kazanan tarafın alacağı bir ganimet hâline geliyor. Oysa o bir ganimet değil, o bir kurban. Anne babasının yaptığı hataların, işlediği günahların, kangren olmuş ilişkilerinin bedelini en ağır şekilde ödemek zorunda kalan bir kurban.

Karakter gelişimiyle şaşırtan hikâyeleri seviyorum. The World Of The Married de başlangıçta asla odakta olmayan ve olması da beklenmeyen Joon-Young’ı yavaş yavaş her şeyin merkezine yerleştirerek etkileyici bir şaşırtma yapmış. Epey bir bölüm dikkatimi bile çekmeyen bu bacaksız velet giderek boğazımı yakan bir düğüme dönüştü, yutkunamadım. Ters köşe karakterlere bayılırım, Joon-Young da çok sağlam bir ters köşeydi.

Kangren İlişkiler

Dizi sadece ana karakterlerin ihanetle sarsılan evliliğine odaklı da değil. Lee Tae-Oh ve metresi Da-Kyung’ın ilişkisi başta olmak üzere yan karakterlerin ilişki ve evlilikleri ile de sağlıksız beraberliklerin insan bünyesinde yarattığı tahribatın altı koyu koyu çizilmiş. Manidar mesajlar da barındırıyordu hikâye, almak isteyene..

“Kötü alışkanlıkları olan bir adamı severek değiştiremezsin. İnsanları değiştirmek o kadar kolay değildir!”

“Karısını seninle aldatan adam, seni de başkasıyla aldatır!”

“Eşini seni aldatsa dahi sevmeye devam edebilirsin, ama güvenmeye devam edemezsin. İhanet güveni yerle bir eder ve ilişkiler güven olmadan yürümez!”

“Ruh sağlığını korumak istiyorsan toksik ilişkilerden kurtulmalısın!” gibi.. Bunlar dizideki ana ve yan hikâyelerden kendi payıma çıkardığım bazı derslerdi. Sosyal ilişkiler, toplumsal ikiyüzlülük, aile travmaları gibi hepimizi yakından ilgilendiren, çoğumuzu da derinden yaralayan ince konulara parmak bastığı için herkesçe izlenmesi gerektiğini düşündüğüm bir dizi The World Of The Married.








Yorum Gönder

0 Yorumlar