SKY Castle‘i izlemeden önce finalinin çok kötü olduğu hakkında o kadar çok eleştiri okudum ki muhtelif platformlarda, diziyi izlemek hevesim pek olamadı hâliyle uzun zaman. Ve bu durum diziyi izledikten sonran kitlesel tepkilerin, eleştirilerin, övgü ya da sövgülerin her zaman doğruyu yansıtmadığının da bir ispatı oldu bana. Birçok insan hep bir ağızdan ve tekmili birden bir dizi, film ya da kitabı övdü ya da gömdü diye, o işin gerçek karşılığının bu olduğu anlamına gelmeyebiliyor, izlediğinizde ya da okuduğunuzda siz de böyle hissedeceksiniz demek olmuyor. Kendi perspektifimize de güvenmeli, bazen çok ama pek çok insanın alamadığı tadı, göremediği inceliği çok eleştirilen bir işten alabileceğimiz ihtimalini de cepte tutmalıyız her zaman.
Yazının son kısmında spoiler uyarısından sonra final hakkındaki görüşlerimden bahsedeceğim zaten. Bu noktada, henüz diziyi izlememiş olanlarla da muhatapken sadece şu kadarını söyleyebilirim; SKY Castle bütünü ile gayet derli toplu, kendi içinde tutarlı, yarattığı çatışmaların alt yapısı sağlam, barındırdığı kara komedi unsurları ile de izlemesi keyifli; kısacası finali de dahil gayet seyirlik bir dizi.
Yeterince ipsiz sapsız bir giriş yaptığıma göre artık
konusuna geçebilirim.
Dizi adını aldığı SKY Castle adlı, barok tarzı gösterişli
villaların olduğu ve başta cerrahlar olmak üzere seçkin ailelerin yaşadığı lüks
bir sitede geçiyor. Bu sitede yaşayan 3 cerrah ve 1 akademisyen hukukçunun,
çocuklarını büyük bir azimle üniversiteye hazırlayan 40’lı yaşlarındaki ev
hanımı eşleri var hikâyenin odağında. Ailelerden biri bu kutlu amaca daha
dizinin ilk bölümünde ulaşıyor ve oğullarını G. Kore’nin en seçkin
üniversitesinin tıp fakültesine sınavsız yerleştirmeyi başarıyor.
Bu ‘görkemli zaferin’ ardındaki sırrı kapıp, kendi kızını da
aynı bölüme yerleştirebilmek hayattaki tek amacı olan, hikâyenin ana kahramanı
Han Seo-Jin’in komşusu için düzenlediği gösterişli bir kutlama ile açılıyor
dizi. Han Seo-Jin allem edip kallem edip Seol Ulusal Üniversitesi Tıp
Fakültesine giden yolu açan sırrı öğrendiğinde ise hem kendi hayatı, hem de
başta kızı olmak üzere tüm ailesinin kaderi geri dönüşsüz olarak değişiyor.
“Hiçbir ev hanımı sadece ev hanımı değildir.” hikayesi, dizi
bir yönüyle de. Big Little Lies da olduğu gibi evlenip çocukları okula
başladıktan sonra kariyerini bırakan ve tüm vaktini, enerjisini çocuklarına
harcamaya başlayan, sabahları lüks arabaları ile çocuklarını okula bırakıp okul
çıkış saatine kadar entrika kovalayıp, antika porselenlerde çay içen zengin
kadınların hikayesi. O yüzden de sarmaması imkansız:) Seyri rahat ve keyifli
bir dizi, tüm depresif unsurlara rağmen.
Birbirinden çok farklı 4 aile, tüm fertleri ile dizide
genişçe yer bulsa da, odak karakter kızını “Seol ulusal üniversitesi tıp
fakültesine” yerleştirip kocasının ailesine üçüncü nesil doktoru kazandırmak
davasına baş koymuş olan Han Seo-Jin. Sosyo-ekonomik olarak kocasına denk
olmayan bir aileden gelen, bir de üstüne erkek torun verememenin ezikliğini!
yaşamak zorunda kalan Han Seo-Jin bu aşağılanmayı kızını doktor yaparak
aşabileceği umuduna tutunmuş oldukça gri ve hırslı bir karakter.
Hafızamı yokladım yokladım, ama Han Seo-Jin kadar anti
kahraman bir ana karakteri daha önce izlemiş miydim sorusuna, ona denk bir
karşılık bulamadım. Bu yönüyle de son derece ilginç bir dizi SKY Castle. Ne
kadar sivri, karanlık, acımasız yazarsa yazsın her senarist en çok ana
kahramanına yakındır, o yüzden de ister istemez, bilinçli veya gayri ihtiyari
bir empati köprüsü muhakkak kurar izleyicisi ile ana kahramanı arasında. Kötü
de olsa anlaşılsın ister, haksız da olsa sevilsin ister. Belki aksi hâlde
hikâyenin benimsenmeyeceği güvensizliğinden, belki ana karakterle haddinden
fazla empati kurmaktan ileri gelen bir psikoloji bilmiyorum, ama öyle, ama
böyle her senarist bir şekilde ana kahramanına bir yerlerde bir kıyak muhakkak
geçer.
SKY Castle bu anlamda çok istisnai bir dizi. Han Seo-Jin’i
sevdirmek için hiçbir çaba sarfetmeksizin karakteri en katı hâliyle almış
koymuş dizinin göbeğine. “Koşullar, ona dayatılan doğrular, onu baskılayan
kültür ve sosyal çevre bu kadını bu hâle getirdi işte, sev ya da sevme sayın
izleyici, ama o senin de bir parçası olduğun sistemin eseri, bunu da unutma”
demiş ve bırakmış. Han Seo-Jin izleyici-karakter bağı kurabilmesi çok zor bir
kadın, ama senaristteki bu özgüven de ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti.
Ki boş bir özgüven de değilmiş ki SKY
Castle rekor bir reyting aldı yayınlandığı dönem. The World of the Married ile beraber düşününce
tek ortak noktaları ikisinin de reyting rekoru kırmaları da değil aslında. İkisi de 40’lı
yaşlarındaki çetin ceviz iki kadın karakteri odak alan diziler aynı zamanda.
Rahatlıkla ve büyük bir keyifle şu genellemeyi yapabiliyorum o yüzden;
beklenmedik şekilde büyük reytingler, çokça övgü ve bolca ödül alan bir kdrama
varsa, orada muhtemel o’dur ki müthiş bir kadın oyuncu da vardır.
Kim Hee-Ae de, Yum Jung-Ah da o kadar büyüleyici kadınlar ki
daha az yetkin bir oyuncunun elinde karikatürize ve tatsız bir “kötü kadın”
olarak kalacak bıçak sırtı karakterleri oya gibi ince ince işleyip gerçek
sanata dönüştürdüler. İkisine de hayran kaldım ben, The World of the Married ve
SKY Castle bittikten sonra içime oturan duygu da ortaktı nitekim; bu kadınları daha fazla izleyemeyecek olmanın burukluğu.
Diziye dönecek olursak. Olay metropol hayatında geçen bir
aile dramı gibi dursa da yüzeyde, neredeyse tragedya tadı veren bir ruhunu
şeytana satma hikâyesi aslında. Han Seo-Jin ve Öğretmen Kim arasındaki ilişki
daha doğrusu pazarlıkta bir Death Note – Kira ve Ryuk tandansı da vardı mesela.
Dizinin ilk bölümünde çocuğunu tıp fakültesine yerleştirmeyi
başaran komşusu Myung-Joo’nun sırrını bütün bölüm yavru köpek gibi peşinde
gezerek sonunda öğrenmeyi başarır Han Seo-Jin. Keramet çocukta değil
öğretmendedir, çocuklarına tuttukları ve eti de kemiği de senin teslimiyeti ile
emanet ettikleri Öğretmen Kim “bir şekilde” ailesinin umutlu dahi olmadığı,
üstelik psikolojik tedavi gören çocuğu eğitimini üstlendikten sonra ülkenin en
iyi üniversitesinin en zor bölümüne yerleştirmeyi başarmıştır. Bu bilgiyi ve
öğretmene ulaşmanın sırrını kaptıktan sonra Seo-Jin de büyük bir heves ve
hırsla kendine özgü ikna tekniklerini kullanarak Öğretmen Kim’i çok yüksek bir
meblağ karşılığında, ama başarı garantisi alarak kızına “özel koç” olarak
tutar.
Her şey baş döndürücü kolaylık ve güzellikte devam ederken
Han Seo-Jin önce komşusu Myung-Joo’nun intiharı, ardından da onun oğlunun tıp
fakültesini bırakıp sırra kadem bastığı, kocasının da doktorluğu bırakıp
siteden taşındığı haberi ile sarsılır. Hayatlarının en güzel günlerinde
darmadağın olan ailenin yıkımı ardındaki gizemi eşelemeye başlayan Han Seo-Jin’i ise bulduğu her ipucu Öğretmen Kim’e götürür. Kızını emanet ettiği
kadının, komşusunun ölümünde etkisi olabileceği fikri ile dehşete düşen Seo-Jin
bir yol ayrımına gelir.
Her aklı başında insan gibi Öğretmen Kim’le ilişiğini derhal
kesmesi gerektiğinin Han Seo-Jin de farkındadır. Ama “şeytan” da damarlarında
gezmeye başlamıştır çoktan. Kayın validesine verdiği söz, eşinin beklentileri,
içinde biriken ezikliğin hırsı ve “benim kızım farklı, bizim sonumuz öyle
olmayacak” tesellisi ile yüzde yüz başarı garantisi veren Öğretmen Kim’in
önünde “ruhunu satarken” bulur kendini. “Sonun Myung-Joo gibi olacak olsa bile
yine de göze alıyor musun?” der Öğretmen Kim, “Alıyorum” der Han Seo-Jin,
pazarlık yapılır ve hikâye başlar.
Bu her ne kadar eğitim sistemindeki çarpıklık ve adaletsizlikleri
esas alan, gençlerin sınav ve gelecek kaygısı yüzünden yüklendiği büyük stresi,
ailelerin bu denklemdeki olası ve olması gereken rolüne dikkat çeken bir yapım
olsa da böyle biraz “Death Note ve Devil’s Advocate“vari enterasan bir yanı da
var.
Ben her ne kadar tüm yazı boyunca Han Seo-Jin özelinde
anlatsam da diziyi (ki başka bir inceleme de bahsetmiştim bu huyumdan,
herkesin gördüğü başat unsurlarıyla değil, bende iz bırakan hatta bazen dizi
içinde küçük bir yer tutsa dahi bende büyük yer eden geri plandaki tarafları ve
ince detayları ile yazıyorum tüm incelemeleri) hem Han Seo-Jin’in kocası ve
iki kızı, hem de diğer üç ailenin başta kadınları olmak üzere diğer fertleri;
kocaları ve çocukları çok geniş yer buluyor dizide. Hepsi de dizinin başından
finale değin gözle görülür çarpıcı değişimlerden geçiyorlar.
Dizi genelinde benim en çok hoşuma giden şeylerden biri de 4
aile içindeki doktor olmayan tek erkek olan hukuk profesörü Min-Hyuk’un piramit
metaforuydu.
Min-Hyuk da Han Seo-Jin gibi “alt tabaka” bir aileden gelen
ve kendi becerileri ile yükselip “sınıf atlayan” bir adam. O yüzden tıpkı Han
Seo-Jin gibi çok bencil ve çocuklarının başarısı konusunda haddinden fazla
hırslı. Zengin ailelerden gelen diğer erkek ve kadınlar bu konuda daha rahatken
zor hayatlardan geçip fakirlikten gelen Han Seo-Jin ve Min-Hyuk’un, altında
zamanında ezilmiş olmanın acı tadı saklı sivriliği de ince detaylardan nitekim.
Ve hayatı basamak basamak çıkılması gereken bir merdiven
gibi gören Min-Hyuk kendi nefesinin ve yeteneğini tıkandığı noktada gözünü
evlatlarına dikmiş, onlarla ukte doldurmaya çalışan bir adam. Dizi boyunca
çocuklarına bir piramit maketi üstünden en tepeye çıkmaları gerektiği hırsını
aşılayan Min-Hyuk ve piramidi zekice ayarlara konu oldu. Bir başka aile
tarafından çocuklarına örnek olsun diye getirilen piramit maketinin ters
çevrilip ceviz kıracağı olarak kullanılması ve ters döndüğünde zirvesinin artık
en aşağı denk gelmesi, çocuk karakterlerden biri tarafından “bence en güzel
yeri ortası, zaten firavunları da orta kısmına gömüyorlarmış çünkü en güvenli
yer orası” tespiti ile ti'ye alınması ve en nihayetinde de Min-Hyuk’un çocukları
tarafından dışarı atılması manidar anekdotlardı.
*Spoiler*
Finale gelecek olursak…
SKY Castle'in aldığı tek eleştiri dizi geneline hakim olan
depresif ve gerçekçi atmosferin final bölümünde yerini kuşlar, böcekler, pembe
bulutlar, şen kahkahalar atan mutlucuk aileler portresine bırakması. Tabii
bakış açısına göre de değişir bir durum bu. Ve benim açımdan finalde bir
sıkıntı yoktu. Birincisi; bu eğitim sistemindeki sıkıntılara ve gençlerin cılız
omuzlarına yüklenen ağır sorumluluğa dikkat çeken bir dizi. O yüzden kan,
gözyaşı, elem, keder, yıkım diyerek bağlamanın kimseye bir faydası yok. Gençlik
demek umut ve potansiyel demek, o yüzden böyle bir hikâyenin umut vererek ve
çözüm sunarak bitmesi trajik ve “büyük” bir sondan daha kıymetli. İkincisi;
zaten “büyük trajedi” dizinin ilk bölümünde Myung-Joo’nun intiharı ile yaşanmıştı.
Aynı sonu ardılı olan Han Seo-Jin’e de yazmanın hikaye özelinde de bir esprisi
yok.
Finalle alakalı bana tek “işte bu biraz fazla oldu” dedirten
bitiş Woo-Joo’nun mezuniyete birkaç ay kala okulu bırakıp sırt çantası ile yurt
dışına seyahate çıkması, ailesinin de buna razı olmasıydı. İşte orada biraz
abarttılar sanki:) Woo-Joo hırsları olan bir çocuk olmasa da derslerinde
başarılı bir öğrenciydi, dizi boyunca hiçbir zaman okula veya derslere ilgisiz
olduğuna dair bir atıf da yapılmamıştı. Sırf “He-Na’nın hayatı boyunca yaptığı
tek şey ders çalışmaktı, böylece öldü hiçbir şey yaşamadan. Kimse böyle zavallı
bir hayatı hak etmez” aydınlanmasından hareketle mezuniyeti gelip çatan çocuğa
okulu bıraktırarak durumu çiğ bir şekilde romantize etmişler maalesef.
Bunun yerine zaten dizi boyunca üniversite okumasına gerek olmayan bir meslek hayali kuran, ama sistemin çarklarına sıkıştığı için herkesle aynı adımları takip edip sınavlara hazırlanmak zorunda kalan Woo-Joo’nun, yaşadığı travmatik deneyimden sonra cesaret bulup liseden sonra direkt kurduğu meslek hayaline yöneldiği gösterilse daha ayakları yere basan bir şey olurmuş. Harvard’da okuduğu yalanınından arındıktan sonra kulüp işletmeciliğine başlayan Se-Ri de olduğu gibi.
Her gencin yolu, yetenek veya hayali üniversite
öğrenimi ile örtüşmek zorunda değil, bazı gençlerin hayal ve yetenekleri için
alternatif seçenekler de var. Ve bu alternatif yol mesajı, babasına “Harvard da
okuduğu hâlde zeki ya da başarılı ya da mutlu olmayan bir sürü öğrenci tanıdım
oradayken baba, orada okuyorlar diye muhteşem bir hayat yaşamıyorlar, bırak
kendi yolumu çizeyim” diyen ve dediğini de yapan Se-Ri ile daha başarılı
işlenmişti.
Woo-Joo dışındaki tüm karakterler makul ve ayakları yere
basan bir gelişimle uğurlandı. Daha çarpıcı, gösterişli ve trajik bir sonla
ekrandan ayrılmak daha cazip bir seçenek belki, ama ortaokul ve lise gençleri
üzerinden eğtitim sistemine eleştiri yapan bir dizide bunun bir ağırlığı yok.
Ben finali beğendim. Diziyi de beğendim. Herkese öneriyor ve diziden bir
alıntıyla yazıyı bitiriyorum.
“Tanrı’nın neden bize çocuk verdiğini biliyor musun? Al işte
sana kontrol edemeyeceğin bir şey, demek için.”
0 Yorumlar