Call It Love - "Bende Gördüğün Her şey Babamla Başlar"

Healing drama türünü neredeyse tek başına omuzlayan kdrama sektörü bu türe ait çok özel bir işe daha imza atmış. Call it love türün özünü ihtiva eden tüm elementlere sahip; incelikli, zarif ve minimalist detaylarla bezeli. Tıpkı One Spring Night gibi küçük esnaflık yapan ya da kamuda çalışan genç-yetişkinlerin günlük çalışma rutini arasında geçen, her bölümü tekrar ve tekrar sabah işe gitme, akşam iş çıkışı bir yerlerde oturup yemek yeme döngüsü içinde akan, hayat kokan bir dizi.


Kimsenin bir başkasına anlatmadığı, günün koşturması içinde eriyip giden, ama ertesi gün yeniden tebelleş olan, küçük görünen, ama aslında küçük olmayan dertleri ciddiye alan bir dizi Call It Love, türü gereği. Hayat bir yerden bir sille savurur suratına, kimse görmez, kimse görmediği için sen de öyle bir şey olmamış gibi yaparsın, yıkılmamışsındır zaten, içine içine bir ağrı çözmüştür çökmesine, ama kimse görmedi, kimse senin ne kadar acıdığını, ne kadar utandığını, ne kadar sarsıldığını görmedi, gördülerse bile görmemiş gibi yaptılar, o yüzden sen de olmamış gibi yaptın, yıkılmadın zaten, büyütmezsin. İşte Call It Love bu türden darbeleri anlatan, dolayısıyla da çok incelikli, ağır, ama özenli bir tempo ile sakin sakin varacağı yere akan ve o bitişe varıldığında "iyi ki izlemişim" dedirten çok özel bir iş.


Babası gözlerinin önünde metresinin elinden tutup dönmemek üzere evi terk ettiği gün daha lise öğrencisi olan Woo-Joo'nun dünyada olmuş ve olabilecek tüm güzel şeylerle hesabı kapanır. Hayat o gün orada zehir olur Woo-Joo'ya, tüm renkleri solar. Yıllar sonra babasının ölüm haberini aldığında ise artık içinde biriken zehri tükürmenin vakti geldiğine inanır ve dirisinden alamadığı hırsını ölüsünden çıkarmak üzere cenazenin yolunu tutar. Ölenin ruhunun huzurlu bir şekilde dünyadan ayrılması için tertip edilen töreni leopar desenli mini elbisesi ve kırmızı topuklu ayakkabılarıyla renklendirerek, hayatı ona zehir eden babasının oralarda bir yerlerde dolandığına inandığı ruhuna, arkasında bıraktığı dünyadaki son anlarını zehir etmeye gelir. Çok sonra Woo-Joo'nun gözyaşları içinde itiraf edeceği üzere o gün orada yaptıkları hayattaki en büyük pişmanlığı olacak ve babasının ruhuna değmiş miydi bilinmez, ama kendi ruhunda onulmaz bir yara daha açacaktır.

Babalarının ardından büyük bir hastalık geçiren anneleri de şehir dışına taşınınca Woo-Joo, ablası Hae-sung ve küçük kardeşleri Jil-Gu bir başlarına kalır ve ortak travmalarının aralarında yarattığı zamk etkisiyle kırıldıkları yerden birbirlerine sımsıkı kaynar ve aile evlerinde beraber yaşamaya devam ederler. Ta ki babalarının sonradan evlendiği metresi miras yoluyla el koyduğu evlerini satıp onları da sokağa atana kadar. Bu son darbenin ardından zaten adı ttorai yani çatlağa çıkan Woo-Joo kendisinin bile korktuğu deliliğini daha fazla dizginlemek için bir sebep göremez ve intikam almaya karar verir.


Gerçekten yerini bulan ve tatmin hissi yaşatan intikam hikâyeleri pek azdır. Çoğu, intikamcı kahramanın her şeyi eline yüzüne bulaştırması, pişman olması yahut vazgeçmesiyle nihayetlenir. Çünkü intikam dünyanın en keskin bıçağıdır, tutan eli kanatmadan hasmın kalbine isabet etmesi çok güçtür. Pek çoğu yapamaz. Hele hasmın babansa hiç yapamazsın, hele hasmın ölmüş babansa asla yapamazsın. Böyle bir hikâyede bellidir ki, bıçak seni kesecek. Woo-Joo'nun spontane ve acemi intikam oyununda da daha en başından bıçağın sadece onu paramparça edeceği belli. Elleri titreyerek tuttuğu intikam bıçağını ölmüş babasının bir yerlerde gezen, ama tam olarak nerede olduğunu kestiremediği ruhuna isabet ettirebilmesi hayli zor olduğundan Woo-Joo'nun daha somut bir hedefe ihtiyacı vardır. Ve bulur.


Babasının metresi Hee-Ja'nın, evlerini satıp parasını şirketi sıkışık durumda olan CEO oğluna verdiğini öğrenen Woo-Joo sonunda kararını verir. Evlada karşılık evlat! Woo-Joo bu bıçağı babasının metresinin, önceki evliliğinden olan oğlu Dong-Jin'in bağrına saplayacaktır.

Kendi kendini bir çırpıda gaza getirir. Babası ve Hee-Ja'nın yasak ilişki yaşayıp ardından da kaçmaları onu ve ailesini paramparça edip kendisi yetim kalırken, Hee-Ja'nın oğlunun ise işine gelmiş, piyangodan çıkma bir babası olmuş, bu da yetmemiş onların olan ev satılıp parası da üstünde hiçbir hakkı olmadığı halde bu evlada verilmiştir. Nereden geldiğini sorgulamadan bu parayı kabul edebildiğine göre de anası kılıklı bir adamdır. Woo-Joo, Dong-Jin'i uzaktan birkaç gün dikizlemek suretiyle yürüttüğü kapsamlı! soruşturmanın ardından vicdanında kurduğu mahkemede Dong-Jin'i bir çırpıda yargılar ve suçlu bulur. 

Dong-Jin'in şirketinde yarı zamanlı ofis çalışanı olarak işe girip nasıl yapacağına dair hiçbir fikri olmasa da (baştan dedik bu spontane bir intikam:) adamın şirketini batırmaya ve evlerini geri almaya karar verir. Dong-Jin'i yakından tanımaya başladığında ise vicdanında kurduğu mahkemenin hükmünü çöp eden, bambaşka bir adamla karşı karşıya olduğunu anlayacak ve tüm hesabı, intikamı ve dahi dünyası allak bullak olacaktır.


Dong-Jin kendi babasını tanımamış, ama annesinin birbiri arkasına süregelen sevgili ve eşleri sebebiyle birçok yabancı adamı baba bilmek zorunda kalmış, hep diken üstünde yaşamış ve içine kapanmış, annesinden sonra hayatına giren ikinci kadın olan sevgilisi tarafından da aldatılıp terk edilmiş, kurduğu şirket ise batmanın eşiğine gelmiş, Rus roman karakterlerine yaraşır türden bir perişanlığın ve yalnızlığın içinde sıkışıp kalmış bir adam. 


Sefil ve içler acısı bir hayat yaşayan Dong-Jin, çatlak Woo-Joo'nun intikam planının hedefi haline geldiğinde ise trajikomik bir durum hasıl olur. Kendini intikam alabilmesine yeter seviyede gaza getirip makul derecede gözünü kan bürüyen Woo-Joo, Dong-jin'i yakından tanımaya başlayınca ilk kez kendinden daha acınası yaşayan bir insanla karşılaşmanın şokuyla sarsılıp nasıl olduğunu anlamadan, kendini bu 'vur sırtına al lokmasını' adamı iş dünyasındaki çakallara karşı korurken buluverir. Dong-Jin o kadar mülayim bir adam ve Woo-Joo o kadar aksi bir kızdır ki bu iki zıt elementin karışmasından sıradışı bir bileşen doğması kaçınılmazdır. Öyle de olur.


Dong-Jin çok nazik ve resmî bir üsluba, Woo-Joo ise aynı oranda kaba ve davetsiz bir tarza sahip. Aşırı zıt mizaçlara sahip oluşları ters etki yapar ve aralarında kendiliğinden tuhaf ve özel bir frekans kurulmasına sebep olur. Dong-Jin en yakınlarına karşı bile o kadar tutuk ve resmîdir ki, ancak aklına esen her şeyi yapan ve söyleyen Woo-Joo kimsenin yapamadığını yaparak Dong-Jin'in görünmez duvarlarını aşabilir. Sonrası ise iğne oyası gibi ince ince işlenmiş nazenin bir aşk hikâyesi. 

Dong-Jin ve Woo-Joo arasında birbirlerine doğru akan ve en nihayet birbirine karışan şey ne kadar saf ve duruysa, anne ve babaları yüzünden içine battıkları durum da o kadar çirkin. Ama ne gam! Amor vincit omnia.. Aşk her şeyi yener. Direnmek çare değilse teslim olarak, tutunmak çözüm değilse serbest bırakarak, kalmak fayda etmezse giderek, ama illaki aşk her şeyi yener :)


Slice of life ve healing drama türündeki dizilerin en sevdiğim özelliklerinden biri; her karakterin kendi hikâyesinin kahramanı olmasıdır. Bu türdeki kdramalarda, diğer dizilerde olduğu gibi yan karakterler ana karakterlerin hikâyesine hizmet etmez, varlık amaçları protogoniste yancılık yapmak, tek taraflı aşık olmak ya da düşmanlık etmek suretiyle onların hikâyesini beslemek değildir. Kendi hikâyeleri vardır, belki ana karakterlerden farklı olarak birazcık daha kısıtlı bir ekran süresine sahiptirler, ama bunun dışında tamamen kendi hayatları ve kendi hikâyeleri ile o dizinin birer parçasıdırlar. O yüzden slice of life türünde yapılmış sıkı bir dizi izlemek özel bir keyif verir, her bir karakterinde ayrı bir hikâye, ayrı bir yara, ayrı bir devâ saklıdır. Call It Love da tam bu incelikte tasarlanmış birçok yan karaktere sahip. İlk bölümde bir yerden alıp finalde başka bir yere bıraktığımız, tamamen kendilerine ait hikâyeleriyle değişen ve büyüyen bu yan karakterler içinde benim en sevdiğim ise Woo-Joo'nun ablası Hye-Sung. 


Bir bankada çalışan 30'lu yaşlarındaki Hye-Sung ile (kendisinin o gün öğreneceği üzere) evli olan sevgilisinin eşinin çalıştığı yere gelip olay çıkararak saçını yolduğu sahneyle tanışırız. Hye-Sung kadına sevgili olduğu adamın evli olduğunu bilmediğini, bilse asla beraber olmayacağını ve artık görüşmeyeceğini söyler, ardından da Woo-Joo gelip kadına "bir kere daha eşinizle görüşürse size gerek kalmadan ben ona yapacağımı bilirim" diyerek teminat verir, babaları metresi ile kaçmış bu kızlar için evli bir adam asla geçilmeyecek kırmızı bir çizgidir. 

Babalarının açtığı yara iki kız kardeşin de erkeklerle olan ilişkisini derinden etkiler. Woo-Joo asla hiçbir erkeğe güvenemeyecek kadar duvarları olan, tüm ailenin sorumluluğunu yüklenmiş, genç kızlığını hiç yaşamamış bir yetişkine, Hye-Sung ise sürekli yanlış erkekleri seçen, yanlış ilişkiler yaşayıp, hiçbir şey almadan kendinden vere vere ufacık bir sevgi kırıntısının peşinden sürüklenen, büyüyememiş bir kadına dönüşür. İki kardeşin de dizi boyunca geçirdiği değişim yüzeyde küçük görünse de aslında oldukça sancılı ve anlamlı.

Çocuk ruhlu ve çok neşeli bir kadın olan Hye-Sung sevgilisinin evli çıkmasını ve bu yüzden iş yerinde herkesin önünde saçının yolunmasını da çarçabuk atlatıp normal hayatına geri döner. Çoğu dizide de bu böyledir, bazı şeylerin gerçek hayattaki ağırlığı ile kurgu bir evrendeki ağırlığı farklı çeker. Kadınların birbirinin saçını yolması da böyledir, dizilerde komik bir kavga olarak sunulur çoğu zaman. Peki gerçekten öyle midir, bir kadının hemcinsi tarafından saldırıya uğraması, birçok kişinin önünde saçının yolunması kolayca atlatılabilecek bir şey midir gerçekten? Hye-Sung da hemencecik unutuvermiş midir bunu? Önce öyle sanırız, hemen bankadaki yeni güvenlikçi ile flört etmeye başlar zaten, o konu kapanıverir. Öyle sanırız. Ama o ilişki de yürümez ve Hye-Sung yeniden arkadaşlarının ve kardeşlerinin "her önüne çıkan erkeğe aşık olma artık" yorumlarına maruz kalır, boğazı düğümlenir. Önce anlamayız. Tıpkı hayatta olduğu gibi Hye-Sung derdini sakladığı sürece onu göremeyiz. Tıpkı bir insanın kendini ve derdini sakladığı gibi, dizi bizden Hye-Sung'u saklar bir süre. Onu tıpkı arkadaşları gibi sürekli saçma sapan ilişkiler yaşayan aklı beş karış havada bir kız olarak kodlarız. 


Nice sonra Hye-Sung, Woo-Joo'nun kankası Jun sayesinde kendini açmaya başlar. Evlerinden atıldıktan sonra Jun'un evinde yaşamaya başlamışlardır, bu süreçte Woo-Joo da kendini tamamen intikamına adadığından Jun ile Hye-Sung yakınlaşmaya başlar ve bu vesileyle Hye-Sung'u gerçekten tanımaya, anlamaya başlarız. Aslında iş yerinde saçı yolunduğundan beri geceleri uyuyamamakta ve panik atak ilaçları kullanmaktadır, iş yerindeki güvenlikçiyle de insanlar onun bu olayı atlattığını görsün, kendileri de unutsun ve artık hiçkimsenin gözlerinde ve sözlerinde bu utanç verici olayın imâsını dahi hissetmesin diye sevgili olmuştur. Hevesleri değil korkuları tarafından yönetilen bir kızdır aslında Hye-Sung. 

Yalnız yemek yemekten bile korkar, tek başına yemek yiyen bir insanın dışarıdan çok acınası göründüğünü düşünür. Finale doğru öğle molasında tek başına yemeğe gidebilen birine dönüşmesi çok ufak bir şeymiş gibi görünse de aslında müthiş çarpıcı ve ilham verici bir karakter gelişimidir o yüzden. Yalnız kalamadığı için sürekli bir erkek arkadaşın varlığına ihtiyaç duyan ve bu yüzden sürekli yanlış adamlarla yolun sonunda kalbinin yeniden ve yeniden paramparca olması kaçınılmaz ilişkiler yaşayan Hye-Sung babasının terk ettiği o kız çocuğunu hiç büyütememiştir esasında. Öğrenir. Büyür, koca kız olur ve tek başına yemeğe çıkmaya başlar. Bu metaforik gelişim küçücük bir adım gibi görünse de, kendi içinde onlarca büyük adımı saklayan çok anlamlı bir iyileşme öyküsüdür.

Diziden çok zarif bir anekdotla bitiriyorum yazıyı; engin çayırda ata binen Kızılderililer bazen arkalarına bakmak için dururlar. Geride kalmışsa diye, ruhlarını bekledikleri için yaparlar bunu.

*Başlıktaki alıntı Aylak Adam romanından.





Yorum Gönder

0 Yorumlar