One Spring Night – Yaralandım Ama Dersimi de Aldım

2019 yapımı 16 bölümlük bir Kore dizisi One Spring Night. Something in the rain, Secret Affair gibi yetişkin hayatlarını ve ilişkilerini konu alan dizilerin tecrübeli yönetmeni Ahn Pan Seok imzalı yine bir yetişkin ilişkileri konulu, slice of life türünde iddialı bir Kore dizisi. Kendi tarzı ve kurgu evrenini özellikle Something in the rain dizisinin sıkı reyting almasıyla tamamen oturtan ve kendi kemik kitlesini de böylece yakalayan yönetmen One Spring Night’ta da aynı tarzı hiç bozmadan devam ettirmiş. O yüzden Something in the rain’i seven bunu da sever ve hatta onu sevmeyen bile bunu sevebilir, çünkü bence Something in the rain’den daha iyi bir dizi One Spring Night.


Romantik bir dizi olmasına rağmen kdramaların klasik soft atmosferinden farklı realist bir hava hakim One Spring Night da. Bu da yeni bir soluk olmuş kdrama severler için. Durağan bir hikaye olmasına rağmen realist atmosferi, güçlü karakterizasyonu ve incelikli dokunuşları ile dizi kendini sıkmadan izlettirmeyi başarıyor. Hiçbir şey için değilse bile “alışılmışın dışında” bir romantik Kore dizisi izlemek için şans verilmeli bence One Spring Night’a.

Süregelenin dışına çıkma cesareti gösteren, farklı bir şeyler yapmaya çalışan ve bunun için risk alabilen yapımlar her halükarda ilgimi çekiyor benim, slice of life türüne ayrı bir zaafım olduğu için de dingin bir dizi olmasına rağmen keyifle izledim. Memur ya da esnaf olarak çalışan, işe giden iş çıkışı arkadaşlarıyla bir yerde oturup yemek yiyen, sohbet eden, haftasonları basketbol oynayan ya da evde pinekleyen insanların günlük hayatı arasında geçen yalın bir Kore dizisi One Spring Night.


Konusuna gelecek olursak.. 30’lu yaşlarının ortasında olan kütüphaneci Jeong in ve eczacı Ji ho’nun günlük rutin hayatları arasında gelişen aşk hikayesini anlatıyor dizi. Jeong in’nin uzun süredir devam eden ama hiçbir yere gitmeyen monoton bir ilişkisi, Ji ho’nun ise çok genç yaşta beklenmedik şekilde sahip olduğu ve annesinin bırakıp kaçtığı 6 yaşında bir oğlu vardır. Ait oldukları sosyal çevre, Jeong in’nin sevgilisi, Ji ho’nun bekar bir baba olması, ailelerinin beklentileri, engeller, tabular, önyargılar birlikte olmamaları için yeterince güçlü sebeplerdir, ama ikili arasındaki çekim ve birlikteyken hissettikleri “o eşsiz duygu” beraber olmaları için daha güçlü bir sebep oluşturur ve direnirler.


Ağdalı bir hikaye, karmaşık entrikalar, büyük büyük dramalar hiç yok dizide. Dedim ya, her şey bir eczacı ile bir kütüphanecinin günlük hayatlarındaki telaşeleri arasında geçiyor. Duyguları ve başlarına gelenler ne kadar büyük ve şiddetli olursa olsun yaşadıkları en uzun, en yorucu günün sabahında bile hala vaktinde yetişmeleri gereken bir işleri var ve bu rutin dizi boyunca hiç kırılmıyor. Zaten One Spring Night’ı çizgi dışı bir iş yapan da tam bu özelliği. Sıradan hayatları, sıradan bir şekilde anlatan, derin ve gerçekçi bir hikaye oluşu..

O yüzden sakin, kafa yormayan ama aynı zamanda da sıkmayan bir şeyler izlemek istediğiniz bir dönemde kesinlikle One Spring Night’ı açıp başına kurulabilirsiniz. Dizinin gerçekçi, ama ferah bir atmosferi var, her başına geçişimde temiz, düzenli, zarif bir eve girmiş gibi oldum ben. Enterasan bir dinginliği var dizinin ve bu his bana da sirayet etti izlediğim süre içinde, yatıştırdı beni, iyi geldi.

Günlük hayatın koşuşturması içinde bazen, hatta çoğu zaman gözden kaçan, değer verilmeyen, unutulan ince detayları, küçük şeyleri vurgulayan bir dizi olması ise en sevdiğim tarafı oldu sanırım. Mesela Ji Ho ve Jeong in uzunca süre sadece mesajlaştıktan sonra ilk kez telefonda konuştukları zaman Ji Ho’nun “Aah! Demek sesin telefonda böyle çıkıyor” demesi gibi. Bu sahneyi izlediğim zaman bugüne kadar hiç böyle bir şeyi fark etmediğimi fark ettim. Daha önce hiç “demek telefonda sesi böyle çıkıyormuş” demedim kimse için, halbuki hayatımıza yeni ve özel bir insan girdiğinde dikkate değer bir şey bu:)


One Spring Night‘a vereceğim tek eksi Jeong in karakterinin uzatmalı sevgilisi Ki seok ile ilişkisinin giderek tuhaf bir hâle evrilmesiydi sanırım. Sırf dizi bitene kadar bir şekilde bu çatışmanın devam ettirilmesi adına uzadı da uzadı, saçma sapan, absürt bir hâl aldı konu. Adam kıza kelimenin tam anlamıyla yapıştı kaldı. Sevgilisini kendinden daha aşağıda gördüğü, üstelik bekar baba olan bir erkeğe kaptırmanın kuyruk acısı yüzünden vazgeçemediği ve olayı hırsa, rekabete dönüştürdüğü falan vurgulanıp bir gerekçe, bir derinlik bir şeyler katmaya da çalışmış senarist ama yemedim açıkçası:) Basbayağı senarist dizi bitene kadar üçlü arasındaki çatışmayı zoraki şekilde uzatmaya çalışmış, ama bir kerteden sonra absürt bir hâl aldı işte. Kız alenen Ji Ho’yla çıkmaya başladığında bile evlilik için gün almaya çalışıyordu Ki seok, ne alaka yahu!

Kibirli ve bencil tarafları olsa da aklı başında bir adamdı bu, yarım akıllı gibi hareketler yaptırdılar sırf dizi bitmeden ana çatışma da bitmesin diye. Babası ile ilişkisi, zayıf yönlerini saklama çabası, müzisyen olmak isterken bankacı olması ve bu hayal kırıklığını Jeong in ile bastırmaya çalışması karaktere boyut kazandıran ince detaylardı halbuki. Üç ana karakter arasındaki çatışmayı ne o kadar uzatmaya, ne de Ki seok’u yapışkan bir adama dönüştürmeye hiç gerek yoktu. Tembel bir senaryo hamlesiydi.


Bu kısmı bir kenara koyduğum zaman Jeong in ve Ki seok arasınki ikili hikayenin satır araları çok incelikliydi esasında. Yıllardır süren, ama bir yere gitmeyen, monoton, tarafların birbirine karşı şeffaf olmadığı bir ilişki çok başarılı tasvir edilmişti. Jeong in’nin yıllarca içinde biriktirdiği, gördüğü hâlde görmezden geldiği, anladığı hâlde salağa yattığı şeyleri bir patlama anında döktüğü sahne hem oyunculuk, hem de metin olarak çok etkileyiciydi.

Jeong in’nin sevgilisini bırakıp hiç tereddütsüz Ji ho’nun peşinden gidecek ve kısa sürede ona tamamen bağlanacak kadar kapılmasının temel sebebi de Ki seok ile olan başarısız beraberliğiydi nitekim. Yüzeysel, monoton, tatmin duygusu vermeyen sıkıcı bir ilişkiden sonra küçücük detayların farkına varan, ince jestler yapan, hiçbir şey yapmadığında bile sıcak bir gülümsemeyi ondan asla esirgemeyen Ji ho dünyanın en sakin adamlarından biri olmasına rağmen Jeong in’nin dünyasında depremler yaratmayı başardı. Doğru insanı bulmuş olmanın verdiği hissin ne kadar güçlü olduğunun ve insana ne denli güven verebileceğinin altını koyu koyu çizdi dizi.


Hayatın Tatlı Bir Serüven Olmaktan Çıkıp Ağır Bir İmtihana Dönüştüğü Ân

Ji ho bekar bir baba. Üniversiteyken sevgilisi hamile kalır, bebeklerinin sorumluluğunu beraberce almaya karar verirler, Ji ho kız arkadaşını alıp anne ve babasının yaşadığı eve getirir, birlikte yaşamaya başlarlar ama kız doğumdan sonra anne olmaya hazır olmadığına karar vererek bebeği de Ji ho’yu da bırakıp kaçar ve izini kaybettirir. Genç yaşta annesiz bir bebekle ortada kalan Ji ho için o dakikadan itibaren hayat bir serüven olmaktan çıkıp bir imtihana dönüşür.

Zeki, yetenekli, yakışıklı, potansiyeli yüksek bir çocuk olmasına rağmen içine kapanır, genç yaşta baba olmanın üstelik bekar bir baba olmanın yükü biner omuzlarına, güvenli ve mütevazi bir hayat kurar kendine. Ve Jeong in ile tanıştıktan sonra baba olmadan önceki Ji ho’yu hatırlamaya başlar uzun zaman sonra, hayatın yükü altında ezilmeden önce olduğu adam canlanır yeniden içinde, dersini almış, olgunlaşmış, bilgeleşmiş versiyonu ile yeniden can bulur eski ve esas karakteri.


Uğruna Savaşmaya Değen O Özel İnsan

İki ana karakterin ilişkisi “yasak aşk” etiketi altında yeşermesine rağmen olgun, bilge, en önemlisi de “sağlıklı” bir ilişkidir bu yüzden. Hatalarından ders almış, sevmenin ve sevilmenin değerini bilen, olgun iki insanın birbirine gelişidir bu. “Seninle tanıştıktan sonra en çok ne için minnettar oldum , biliyor musun? Kendimden başka ilk sıraya koyabileceğim birine sahip olduğum için.” der Jeong in Ji ho’ya bir sahnede. Uğruna emek vermeye, sabretmeye, zorluk çekmeye değecek insanı bulmak büyük bir nimettir. Jeong in bunun şükran duygusunu yaşar en derininde. Yaşlar aktığı anlarda bile gözleri ışıl ışıldır hep. Yaşadığı sıkıntılar buna değecek bir insan içindir neticede, gerisi ne gam!

Asi, sivri ve “ben” odaklı yaşayan bir kadın olan Jeong in değişmeden olgunlaşmayı öğrenir. Ji ho’yla gelecek planları kurmaya başlayınca bir anda 6 yaşında bir çocuğun da annesi hâline gelir. Jeong in’in doğurmadan ve hiç hazır olmadan anne oluşu, ailesinin bunu kabullenişi, tüm bu süreç son derece gerçekçi ama nahif bir şekilde anlatılmıştı, ayar muazzamdı.


Bekar baba olmanın da apayrı bir ağırlığı vardı hikayede. Kore kültüründe nasıl büyük bir tabuysa artık, ilk etapta Ji ho’nun bir oğlu olduğunu öğrenen herkes korkunç bir suç işlemiş gibi büyük büyük tepkiler verdi. Geleneksel bir kültürden gelmeme rağmen bu büyük tepkileri anlamakta, ne yalan söyleyeyim zorlandım. Ji ho’nun kendi anne babası bile onun bekar bir kadınla evlenmesini olası görmüyordu. Kendisi gibi çocuğu olan dul bir kadınla evlenmesi gerektiğini söylüyorlardı, düşünün! Zaten dizinin ana çatışmalarından biri de Kore toplumundaki bu “bekar ebeveyn tabusu”ydu. Ve acıtmadan, incitmeden gerçekçi bir üslupla güzel mesajlar verildi bu konuda.

Dizi ağrlıklı olarak Jeong in-Ji ho ilişkisi etrafında dönse de benim izlemekten en çok keyif aldığım sahneler Jeong in, kız kardeşleri ve annelerine ait olanlardı. Anne ve 3 kızından oluşan bu dört kadın karakter çok ama çok incelikli yazılmış ve oynanmıştı (dizi tamamen anne ve kızları üzerine kurulu olsa hayır demezdim:)

Her birinin kendine ait bağımsız bir hayatı ve sorunları olsa da aralarındaki güçlü bağ, birbirlerini asla yargılamamaları, tarzları ve hayatları çok farklı olsa da dördünün mayasının da aynı olması ve bunun ince detaylarla vurgulandığı sahneler çok keyifliydi.


Dizide çalan şarkılardan bahsetmemek olmaz, dizinin ana kahramanlarından biriydi kesinlikle, hepsi de özenle seçilmiş çok güzel şarkılardı. Ben en çok Rachael Yamagata’nın No direction adlı şarkısını sevdim sanırım. Şarkıda da dediği gibi “hikayenin nerede biteceğini söylemek için çok erken.” Jeong in ve Ji ho’nun hikayesi tam başlarken bitti aslında. Daha yaşayacakları çok şey, aşacakları çok zorluk var denildi ve uğurladık onları. Ki doğrusu da bu zaten, ölüm yoksa son diye bir şey de yok hiçbir hikayede…

Yorum Gönder

0 Yorumlar