İlk sezonu çok sevdiğim, müthiş bir iştahla ve bağ kurarak
izlediğim için oradaki dünyayı yıkıp bambaşka bir şey kurmak suretiyle
geliştirilen 2. sezona tereddütle başladım. Seveceğime umudum yoktu da, en
azından ''böyle bir şeye ne gerek vardı şimdi'' diye bıdırdanmadan
bitirebilirim diye umuyordum, maksimum beklentim oydu. Ama acayip bir şey oldu
ve 2. sezonu da aynı iştahla devirdim ve çok keyif aldım.
Öncelikle şunu söyleyeyim; 2. sezon ilk sezondan daha kısa
ve öz, hem bölüm sayısı, hem bölüm süreleri. İlk sezon 10 bölümden oluşuyor,
bölüm süreleri de ortalama 1'er saat. İkinci sezon ise 7 bölüm ve aşağı yukarı
45 dakika her bölüm. Anlatacakları öz bir hikâye var ikinci sezonda ve onu hiç
bulandırmadan, döküp saçmadan ve ekstra yardımcı hikâyelere yaymadan çekip
olaysız dağılmışlar. 3. sezonun yerini de yapmışlar, umarım onay alır.
İlk sezon Chae-Ok'un, annesinin yaratık formu olan Seinshin
tarafından kazara öldürülmesi, sonra da Daenerys'in meftasını alıp batan güneşe
doğru kanat çırpan Drogon gibi kızının ölüsünü alıp kaçan Seinshin'in suda
kendi içindeki najini Chae-Ok'a aktarması, akabinde de Chae-Ok'un dirilmesi ile
sona ermişti (maalesef Drogon'un böyle numaraları olmadığı için Daenerys dikine
gitti r.i.p) Post credits kısmında ise olayların cereyan ettiği debdebeli 1945
senesinden çıkıp günümüze ait bir mekanda modern bir görünümle Jang Tae-Sang'ı
gülümserken görmüş ve afallayıp sezonu kapatmıştık.
2. sezonu 79 senelik bir zaman atlamasıyla 2024 Güney
Kore'sinde açtı dizi. Chae-Ok najinden sonra saykopat doktor Kato'nun
geliştirdiği diğer kimyasalı almadığı için annesi gibi yaratığa dönüşmemiş.
Mutasyonun tamamen gerçekleşmesi ve yaratık formunu alması için najinin vücuda
tesir etmeye başladığı evrede o ikinci kimyasalı da alması gerekiyordu. O
yüzden sadece najinin verdiği doğaüstü güçlere sahip, onlar da; vücudun aldığı
yara ve darbelerin kendiliğinden iyileşmesi, ekstra bir güç ve hız, bir de
ölmemek hatta yaşlanmamak. Chae-Ok 79 yıldır aynı yaşta. Ve yapayalnız.
İlk
sezonda, bir sahnede ölmekten değil öldükten sonra onu hatırlayan kimsenin
olmamasından ve hiç yaşamamış gibi unutulmaktan korktuğunu söylemişti
Tae-Sang'a. Korktuğu gerçekleşiyor ve onu tanıyan hiçkimsenin artık hayatta
olmadığı bir uzak geleceğe kadar uzanıyor Chae-Ok'un kahırlı hayat yolculuğu.
Tae-Sang ise Chae-Ok'un öldüğüne şahit olsa da ölümsüz
yaratıkların ve ölümsüz aşkların diyarı Gyeongseong'da döneceği umudunu
yitirmeden hayatına devam etmiş bir süre, Japon işgalciler ülkesinden çekilmiş
ve Kore bağımsızlığını ilan etmiş. Bu şekilde başı dik bir hayat yaşayıp ponçik
ve kederli bir ihtiyar olarak huzur içinde kendi yatağında öldüğünü ve
günümüzdeki versiyonunun da Korelilerin kadim inancı reenkarnasyonla alakalı
olduğunu zannetmiştim önce. Ya da günümüzdeki hâli Tae-Sang'ın savaş, açlık ve
direniş görmemiş züppe torunu falan da çıkabilirdi, ama tüm bu dehşet verici
ihtimallerin aksine bambaşka ve gayet tutarlı bir fikri varmış senaristin neyse
ki.
Eski dostu yeni düşmanı Maeda şaftı kaysa da hırsından bir şey yitirmemiş
ve Tae-Sang'la hesabını da kapatmamış henüz. Post credits de gördüğümüz adam da
reenkarnesi veya torunu değil bizzat öz hakiki janti Efendi Jang'ın ta
kendisiymiş şükürler olsun ki. Neticede burası ölümsüz yaratıklar ve ölümsüz
aşklar diyarı Gyeongseong, burada hiçbir bitiş tam bir bitiş değildir!
Tae-Sang ve Chae-Ok lanet mi, yoksa lütuf mu olduğu bakış
açısına göre değişen bir kader sarmalının içinde sıkışıp kalmışlar 79 senedir.
Yarım kalan aşkları için bir şans daha koparmaya çalışıyorlar kaderin pençesinden.
İkinci sezon tamamen Tae-Sang ve Chae-Ok'un kavuşma mücadelesine odaklanıyor.
Ve bunun için doktor Kato'nun seri üretimine geçtiği najinli ölümsüzlere karşı
kanlı ve epik bir mücadele vermeleri gerektiğinden dizi aksiyonundan bir şey
yitirmiyor bu sezonda da. Özellikle beşinci bölüm mükemmel bir şey, mest etti
beni verdiği seyir zevkiyle.
Artık ortada işgal, düşman ve direniş yok, bunun acı
hatıraları var, ama onlar bile yıllara direnenememiş ve silikleşmiş. Geriye
bitimsiz bir özlem kalmış sadece. Bizzat Tae-Sang'ın sözleri bunlar. "Ne
için mücadele ettiğimi unuttum, öfkemi unuttum, sadece bir özlem kaldı içimde.
Bir kere sarılabilsem" diye acı acı inleyerek onlarca adamı devirdiği
sahne şiirsel, epik, müthiş bir şeydi . Öyle bir dövüş sahnesi çekmişler ki,
Kill Bill'den bir esintiyle ve sürmene bıçaklarıyla herkes birbirini kestiği, kan gövdeyi götürdüğü hâlde buna zerre kadar
takılmayıp sadece bir kere birbirlerine sarılacakları o ânı kolladım nefesimi tutup. Aşkı
ölümden daha ciddi, kavuşmayı hayattan daha öncelikli bir yere koyup bunu da
çok somut bir biçimde tasvir edebilmişler bu sahnede. Bir kez sarılabilmek için
feleğe çatan iki aşığın epik, kelimenin tam manasıyla EPİK direnişiydi 2.
sezon.
Bu sezonun bi' keyifli tarafı da ilk sezondaki minicik
ayrıntıların gelip gelip bu evrende bir puzzle parçası gibi kendine ait çok
özel ve anlamlı yerlere cuk diye oturuvermesi. Mesela yine ilk sezonda alelade
bir sahnede Tae-Sang sokakta yürürken Japon polisi tarafından duvara
yapıştırılmış Chae-Ok'un fotoğrafının basılı olduğu "aranıyor"
ilanını görmüş ve ilanı duvardan alıp katlayıp cebine koymuştu. Buna dair
hiçbir şey görmedik bir daha ilk sezonda, öylece kaldı. Meğer kalmamış, ikinci
sezonda üstünde Chae-Ok'un fotoğrafı olan o aranıyor ilanı çok özel ve
incelikli bir biçimde yeniden karşımıza çıktı. Çok severim böyle şeyleri.
Sadece büyük olaylara değil, minik detaylara da kafa yoran
ve ince şıklıklar yapan bir dizi Gyeongseong Creature her iki sezonunda da.
Özellikle çok daha karanlık ve soğuk bir atmosfere sahip ikinci sezonu bu tarz
ilk sezon göndermeleri ve paralellikleri ile dizinin sıkı fanları için en az
ilki kadar aşina ve romantik hâle getirilebilmiş. Dizinin geçtiği kurgu evren
tamamen değişmiş evet, ama gönül almasını da bilmişler.
0 Yorumlar