10 bölümlük ilk sezonu 2023'te, 7 bölümlük ikinci sezonu ise geçtiğimiz eylül'de yayınlanan netflix dizisi Gyeongseong Creature Alman yapımı Dark'dan sonra izlediğim en sıkı netflix içeriği oldu.
Gyeongseong Creature, dizinin adını aldığı yaratık teması ile bilim kurguyu, arka planını Japon işgali altındaki Joseon'a ve Japonya'nın Harbin'de yaptığı ''birim 731'' deneylerine dayandırarak tarihî gerçekleri ve bağlayıcı unsur olarak çok nahif bir eski zaman aşkını esas alarak dram ve romantizmi harmanlayan çok çeşnili, oldukça da akıcı ve heyecanlı bir dizi.
"Bonjeong'da ne arıyorsanız Efendi Jang'a soracaksınız; para olsun, mülk olsun, hatta birinin hayatı olsun."
Yıl 1945, II. dünya savaşı ve Joseon'daki Japon işgali sona yaklaşıyor. Başkent Gyeongseong'un göğünde Japon bayrakları dalgalanırken sokaklarında da Japon askerleri geziyor. Savaşa ve düşman işgaline rağmen kentte hayata tutunmaya çalışan Joseonlular içinde yaşama içgüdüsü en güçlü olanları ise Efendi Jang, yani Jang Tae-Sang.
Bir anne ve baba dahil hiçbir şeye sahip olmayan kimsesiz bir çocuk olarak düşman çizmelerinin ezdiği topraklarda kök salmaya çalışan Tae-Sang bitimsiz inadı sayesinde yetişkinliğe eriştiğinde başkentin en varsıl Joseonlularından biri haline gelir. ''Altın hazine evi'' isimli rehin dükkanında dönemin sıcak savaş koşullarının da etkisiyle elinin altından paha biçilemez eserler geçerken, kendisi de şehrin en alt tabakasından en üstüne, esnafından sosyetesine her yerde eli, kolu, gözü ve kulağı olan mahir bir adamdır. Gyeongseong'da kim ne arıyorsa Efendi Jang'a gider. Ama sosyal ve ticari ilişkilerindeki bu kıvrak zekası ve iş bilirliği Japon emniyet müdürünün kaybolan hamile metresi için de kendisine başvurmasıyla şansıyken belasına dönüşür.
Bahar başıdır, kiraz çiçekleri yeni tomurcuklanmaktadır, açar açmaz da dökülecektir ve kiraz çiçekleri dökülmeden önce Tae-Sang emniyet müdürünün metresi Akiko'yu bulmak zorundadır, aksi takdirde akıbetleri şehirdeki Japon işgalcilerin iki dudağının arasında olan her Joseonlu gibi hayatı dahil her şeyini kaybetmekle yüz yüze kalacaktır.
O günlerde Gyeongseong'da yana döne birini arayan tek kişi Tae-Sang değildir. Mançurya'dan Gyeongseong'a gelen trenden inen gizemli bir baba-kız da bilmedikleri bu şehirde bir ressamı soruşturmaktadır.
Chae-Ok babasıyla birlikte 10 yıl önce ortadan kaybolan annesini arar yıllardır, bu uğurda o kadar çok çalışmış ve uzmanlaşmışlardır ki, bir süre sonra bir yandan da hafiyelik yapıp para karşılığı başka kayıp insanları bulmaya başlarlar. 10 yıldır sürdükleri iz ise bir süre önce bir yere bağlanır ve Chae-Ok annesi Seong-Sim'in kara kalem bir çizimini bulur, çizim Gyeongseong'da yaşayan Japon ressam Sachimoto imzalıdır. Baba-kız ressamı bulmak üzere Gyeongseong'a gelir, ama çabaları sonuç vermez ve her yabancıya söylenen o meşhur cümleyi işitirler; ''bu şehirde bir şey arıyorsan Efendi Jang'a gideceksin, para olsun, mülk olsun, hatta insan olsun."
Chae-Ok ve Tae-Sang arasında geçen şiirsel ilk karşılaşmanın ardından ikili aradıkları devanın birbirlerinde olduğunu anlar ve pazarlığa otururlar. Tae-Sang bağlantılarını kullanıp ressam Sachimoto'yu, Chae-Ok ve babası da hafiyelik becerilerini kullanıp sırra kadem basan kurtiyer Akiko'yu bulacaktır. İki taraf da kolları sıvar ve tünelin ucu bombok bir yere çıkar; Onseong askeri hastanesi.
Chae-Ok ve babasının sürdüğü iz onları şehirdeki Japon işgalcilere ait Onseong askeri hastanesi'ne yöneltir. Akiko en son yüksek güvenlikli bu hastaneye girmiş ve bir daha hiç görülmemiştir, Tae-Sang'ın yaptığı araştırmaya göre ressam Sachimoto da yine bu hastanede anatomi çizimleri yapmaktadır. Tae-Sang bağlantılarını kullanarak Chae-Ok ve babasıyla hastaneye sızmayı başarır. Girer girmez anlarlar ki burası normal bir hastane değildir. Japonya'nın biyolojik savaş için insanlar üstünde deneyler yaptığı bir yer altı laboratuvarıdır aslında. Ve Tae-Sang da, Chae-Ok da aradıkları herkesin ve her şeyin cevabını bu cehennem deliğinde bulacaktır.
Birim 731
Dizideki yeraltı laboratuvarı ne yazık ki bir kurgudan ibadet değil. Kuzey Çin'deki Harbin bölgesinde bulunan, Japon-Çin savaşları ve II. Dünya savaşı boyunca neredeyse 300 bin savaş esirinin girdiği ve bir daha hiç çıkamadığı Japonya'ya ait bir askerî araştırma biriminden yola çıkılarak kurgulanmış, insanların kobay olarak kullanıldığı gerçek bir laboratuvarı temsil ediyor bu hastane.
Tarihin en büyük, en dehşet verici insanlık suçlarından biri burada 731. Birimde işlendi. Çoğunluğu Çinliler olmak üzere, Rus, Koreli, Moğol birçok milletten savaş esirinin üzerinde vahşice deneyler gerçekleştirildi. Anestezisiz ameliyatlarla insan uzuvlarının kesilip hangi uzvun ne kadar sürede ne kadar kan kaybettiği gibi gözlemler yapılan, insanların kurşunlanarak haşlanarak dondurulup çözdürerek bu gibi hasarların insan vücudu üzerindeki etkilerinin araştırıldığı, yine insan vücudu üzerindeki etkilerini incelemek için esirlere frengi, bel soğukluğu gibi zührevi hastalıkların ve düşman ülkelere karşı biyolojik silah olarak kullanmak üzere tifo, veba, şarbon gibi bulaşıcı hastalıkların enjekte edildiği, kısacası insan vücudu ve organları üzerinde yapılabilecek her türlü işkencenin denendiği bir biyolojik ve kimyasal silah üretme merkeziydi.
Dizinin açılış sekansındaki gibi savaşın bitişiyle birimdeki taşınabilir tüm dokümanlar apar topar kaçırıldı, kaçırılmayanlar ise geride kalan yaşayan ve ölü binlerce esirle beraber yakıldı.
Savaş sonunda ABD, birimin sorumlularına yapılan deneylerin sonuçlarını kendilerine teslim etmesi karşılığında diplomatik dokunulmazlık sağladı. Böylece 731. birimi kuran general Shiro İshii ve 20.000 personel hiçbir ceza almadan ellerini yıkayıp işin içinden sıyrıldılar!
Onseong hastanesi, birim 731 hakkında bilinen tarihî gerçekler esas alınarak tasarlanmış bir laboratuvar, buna ek kurgu öğesi olarak da hikâyeye insanın mutasyona uğrayıp bir çeşit yaratığa dönüştüğü najin adlı virüsün keşfini katmış dizi. Virüs psikopat askeri doktor Kato tarafından sayısız savaş esiri üzerinde denenerek geliştirilir, ama her seferinde sonuç aynıdır; virüs beyinlerine ulaştıktan sonra insanlar bir çeşit delilik krizi geçirip kafalarını duvarlara vura vura kendilerini öldürürler.
Chae-Ok'un annesi Seong-Sim de yıllardır bu laboratuvarda esirdir ve o gün sıra kendisine gelir, virüs Seong-Sim'e verilir. Ama Seong-sim diğerleri gibi delilik nöbeti geçirmez, hücresinde sessizce saatlerce oturur, en sonunda ise daha önce hiç görülmeyen bir şey gerçekleşir. Ve Seong-Sim insan formunu kaybedip devasa bir yaratığa dönüşür!
Gyeongseong Creature çiğ bir propagandaya dönüşmeden çok net bir çizgide millî duygularla yapılmış bir dizi. Bir "biz ve onlar", "kurban ve cellat", "mazlum ve zalim" hikâyesi. İçerisinde kurgusal öğeler ve fantastik bir yaratık motifi yer alsa ve diğer cephesiyle de iki önemli hallyu starıyla bir aşk öyküsüne dayansa da, hepsi bir tık geride konumlanıyor, en öncelikle bu bir "unutmadık" hikâyesi. Köprünün altından çok sular akmış ve artık hem devletlerarası, hem de insanlar özelinde Japonya'yla kurulan ilişkiler farklı zeminlerde yeniden inşa edilmiş olsa da, Gyeonseong Creature Japon işgali boyunca Joseonlularının yaşadıkları mezalimi 'derimiz unutsa da kemiğimiz hatırlar' diyen bir dizi.
Dizide savaşa ve zulme direnen çok etkileyici ve incelikli karakterler ve insan hikâyeleri var, ama beni en çok etkileyen namıdiğer Efendi Jang, yani Jang Tae-Sang oldu. Tae-Sang rasyonel bir adam. Savaş ve işgal şartlarında ayakta kalmaya çalışan, bunun için de hep pratik düşünen ve sahip olduklarını korumaya çalışan bir adam. "Kralın koruyamadığını ben mi geri alacağım" der bir sahnede, aralarına katılmasını isteyen direnişçi arkadaşına. Ülkenin bağımsızlığı gibi büyük düşler peşinde hayatını riske atmak gibi bir niyeti yoktur. Kendi alanını belirlemiş, sınırı çizmiştir ve sahip olduğu servet ve sorumluluk hissettiği insanlar dahil o alanı korumak tek motivasyonudur. Fazlasına karışmaz, kurcalamaz, kafa yormaz.
Ama Tae-Sang onurlu ve iyi bir insan. Karakterin ve dizinin kırılma noktası da tam burada başlıyor. Tae-Sang'ı harekete geçiren ve çılgınca şeyler yaptıran, kendi hayatını başkalarını kurtarmak için masaya koyduran güç ne büyük bir kayıp ve travma, ne de bunun akabinde gelen intikam alma içgüdüsü. Kırılmayı yaratan çok basit bir sebep; Tae-Sang'ın onurlu ve iyi bir insan olması. Bu kadar. Yeraltı laboratuvarında insanlar üzerinde yapılan deneylere şahit olması yeterli gelir gemileri yakması için, onurlu bir insan için arkasını dönüp gitmek bir seçenek değildir o noktada.
Buna çok benzer bir karakter de
Youth of May dramasında vardı. İzleyenler ya da o diziye yazdığım yazıyı okuyanlar hatırlayacaktır. Orada da ana karakter Hee-Tae tıpkı Tae-Sang gibi apolitik bir genç adamdı. Bu sebeple okuduğu üniversitedeki devrimcilerin eleştirilerine ve aşağılamalarına maruz kalıyordu. Ama Hee-Tae de ideolojik bir hayat görüşü olmasa, bu konulara kafa yormasa da, tıpkı Tae-Sang gibi onurlu ve bir iyi bir insandı ve hiçbir ideoloji için değil, sadece iyi bir insan olduğu için gerektiğinde en büyük sorumlulukları ve riskleri almaktan kaçınmamıştı. Zirâ onurlu bir insan olmanın mesuliyeti zulme karşı durmak için herhangi bir ideoloijnin getirdiği bağlayıcılıktan daha hafif değildi.
Tae-Sang'ın bir acayip özelliği ise kimseyi yargılamayan kafa yapısı. Çok sevdim karakterin bu yönünü. Arkadaşları ağır işkence altında kalıp onu sattıklarında arkadaşlarına değil bunu yapan Japonlara kızar, ''siz onları insanlıktan çıkacak eşiğe getirmeseydiniz onlar da bunu yapmazdı'' der ve konuyu kapatır. Bu enayilik ya da saflık değil, Tae-Sang enayi de, saf da olmayacak kadar kıvrak zekalı ve rasyonel bir adamdır zaten, buradaki şovsuz ve ambalajsız dupduru bir "bilgelik" tasviridir. Tae-Sang çok acayip, oldukça da fiyakalı ve janti bir kdrama karakteriydi ve benim için ''iz bırakanlar'' arasına yazıldı.
Tae-Sang ve Chae-Ok aşkı ise dizinin nefes aldıran aksı. O kadar zarif ve asil bir eski zaman aşkı anlattı ki dizi, tüm o vahşetin ve zulmün arasında, hatta bazen tam ortasında.. Bu usta işi kontrast beni diziye bir kere daha hayran bıraktı.
"Tek bir ipten bile bir sürü şekil çıkarabilirsin. O yüzden iki kişi bir araya geldiğinde olasılıklar sınırsızdır. Tesadüfî görünen bir karşılaşmayla günler, yıllar ve evren hep birlikte tek bir yöne doğru ilerlemeye başlar. Belirsiz, ama aynı zamanda çok net ve somut bir çekim hesaplara meydan okur. Ayaklarını yerden kesen hesaplanamaz bir kuvvet.. O iki kişi bir araya gelene dek sonsuz bir çekim süregelir. Kaderin gücü işte budur."
0 Yorumlar