Hatırı sayılır kdrama belleğimin en kompleks erkek karakteridir, Nice Guy dizisinin ismiyle müsamma ana kahramanı Kang Maru. Melodram kraliçesi olarak nam salan "i'm sorry i love you" gibi kdrama tarihinin köşe taşı işlerinden birine de imza atan usta senarist Lee Kyung-Hee'nin kaleminden çıkan Maru, onu tasarlayan ehil yazarın en katmanlı karakteri aynı zamanda.
Aynı anda hem müşfik bir kalbe, hem de şeytanî bir zekaya sahip olmasıdır onu nadide kılan. Dizi boyunca bu iki zıt içgüdüsü arasında sarkaç misali gidip gelir, ne zaman hangisine meyledeceğini önceden kestirebilmek pek olası değildir. Bebek yüzüyle tezat yaratan buz gibi bakışlarıyla pekiştirdiği karmaşık kişiliği Maru'yu okuması zor, ama izlemesi çok keyifli bir adam haline getirir.
Femme fatale bir kadını sevmekle başlar Maru'nun dönüşüm hikâyesi. Bir femme fatale'ye kalbini kaptıran her erkek gibi tuzağa düşüp hüsrana uğrar, ama hikâye asıl burada başlar, çünkü Kang Maru cazibesine kapıldığı femme fatale'den çok daha keskin bir zekaya sahiptir, o güne dek zekasıyla değil merhameti ve kalbiyle yönetilen bir adam olduğu için bu yönü açığa çıkmamıştır. Ama kalbini kırdırıp hayatını kaydırdıktan, yani yeterince dibe vurduktan sonra ilkel içgüdüleri aktive olur ve Maru'nun intikam hikâyesi başlar.
Bir femme fatale'den daha tehlikeli ve daha baştan çıkarıcı bir adama dönüşür Maru. Artık sevgilisiyle iki hasım, iki ebedi düşmandır. İntikam ister. Ve bu yolda kader karşısına animası yani ruh eşi olan kadını çıkarır. Tıpkı onun gibi müşfik bir kalbe sahip bir kadın, tıpkı onun gibi sonsuz sevebilecek bir kadın, tıpkı bir zamanlar onun olduğu gibi kendini aşık olduğu kişiye seve seve feda edebilecek bir kadın. Bu kez roller değişir, bu hikâyenin manipülatörü Maru'dur, kendisine yaşatılanı o kıza yaşatır, daha önce kurbanı olduğu bir oyunda bu sefer celladı oynar. Hem Maru, hem de dizi için esaslı kırılma da budur. Senarist onu "usta" yapan fırça darbesini buradan atar, bu aslında bir intikam değil, kefaret hikâyesidir. Bu Maru'nun harcanışının değil, harcayışının hikâyesidir, bu Maru'nun kurbanı değil celladı oynadığı bir trajedidir. En son adımda hasmının boğazına dişlerini geçirip onunla beraber atlayacağını sandığı ve umduğu uçurumdan hasmıyla değil, onu sonsuz seven masum bir kadınla beraber düşer. İkisi de onarılamaz şekilde yara alır. Bu hikâye Maru'nun onarılmayacak bir yarayı onarma hikâyesidir.
Ve dizi kabuk değiştirir, intikam arayışı yerini kefaret motifine bırakır. Maru iyi bir adamken ihanete uğrayıp kötü olmayı seçmişti, ama esas dönüşümü kötü bir adam olduktan, gidebileceği son sınıra kadar gidip yitebileceği son eşiğe kadar kendini harcadıktan sonra başlar.
Telafisi imkansız bir hatayı telafi etmek zorundadır. Kang Maru karakterinin inceliği ve derinliği girdiği bu kefaret arayışından ileri gelir. Günahlarının kefaretini ödeyip rahatlamayı bile hak göremeyecek kadar derin bir vicdan azabı ve öz nefretle boğuşur, kendine acıması yoktur, Tanrı eliyle cezalandırılmayı diler ve bunu da açık yüreklilikle dile getirir o yüzden başına gelen felaketlerde, ölümle yüzleştiği anlarda asla direnmez, hak ettiği belaya gark olmayı bekler hep. Ama kırdığı kadını, ruh eşi olan kadını, sevdiği kadını onarmak için Kang Maru'dan yeniden "iyi bir adam" inşa etmek zorundadır.
Birçok katmanı olan, birçok farklı duyguyla boğuşan ve bunların hiçbirini anlatmayan, yansıtmayan Maru'nun kendi içinde verdiği kavgayı ve yaşadığı ikilemleri iç sesi aracılığıyla önceleri ölmüş babasıyla, çatışması giderek derinleştikçe de Tanrı ile yaptığı konuşmaları yoluyla anlarız. Maru insanlarla konuşmaz, ama defaatle inanmadığını söylediği Tanrı'ya anlatacakları vardır. Madem ki bu bir kefaret hikâyesi, günahlarının bedeline talip bir adamın hükmünü de ancak Tanrı verecektir.
Üç ana karakteri de gri ve cüretkar bir çizgide duran Nice Guy bu yönüyle de olağan kdrama kalıplarından sıyrılan bir iş. Hem karakterlerin iç çatışmalarıyla yoğrulan kusurlu kişilikleri, hem de birbirleriyle olan karmaşık ilişkileri dizi boyunca sürekli kabuk değiştirir. Hiç sevmediğim bir şey olan aşk üçgeni sorunsalını bile incelikli bir yerden ele alıp maharetle önce karman çorman bir düğüm edip sonra tek hamlede çözer dizi. Her şey tastamam yerli yerine oturur. Maru ve femme fatale eski sevgilisi arasında geçen final yüzleşmesi aralarındaki sevgi ve nefretten müteşekkil davayı bıçak gibi kesen çok şık bir nokta koyar. Çok etkileyici bir sahne, çok vurucu bir diyalogdur. "Seni bu hale ben getirdim" der Maru gözyaşları içinde, ilk kez ağlar böyle. "Eğer işlediğin cinayetin suçunu üstlenmeseydim, kendi cezanı kendin çekseydin, istediği her şeyi yapabilecek ve bedel ödemeden sıyrılabilecek bir kadın olduğun fikriyle zehirlenmeyecektin. Aşkımdan yaptım sandım, ama bu aşk değildi, bu benim kibrim ve egomdu, seni fedakarlık sandığım bir kibirle bir canavara dönüştürdüm."
Dizi boyunca şiddetle çarpışan iki manipülatif karakterin küçücük kalışına şahit oluruz. Tam bir "son"dur bu ikisi arasındaki iyi ve kötü her şey için, aralarında geçen ve büyük anlamlar yükledikleri her şeyin yanlışlığı ve çirkinliğiyle yüzleşirler. Oradan ötesi yoktur. Kördüğüm bir aşk üçgeninin kangren tarafını böylece kesip atar senarist. Karmaşık duygusal çatışmaların çok temiz yazıldığı bir dizidir Nice Guy. Ehil bir kalemin işidir.
0 Yorumlar