When The Camellia Blooms – Gün ışığı Gören Bir Hayat

2019 senesinin en iyi Kore dizilerinden biri olan, ama benim henüz izleyebildiğim When The Camellia Blooms dramasından bahsedeceğim bu yazıda. İyi reytingli, popüler ve bolca ödül almış bir dizi When The Camellia Blooms, nitekim benim zamanında izlememe sebebim de tam bu; sürekli insanların dilinde gezen, sürekli bir yerlerde gözüme çarpan, hatta gözüme sokulan şeyleri film, dizi, kitap fark etmeksizin itici bulmaya başlıyorum istemsiz ve izleyeceğim, okuyacağım ve hatta seveceğim varsa da psikolojik bir takım tuhaflıklar neticesinde reddedip uzak duruyorum ( ki bu huyumu da kırmaya çalışacağım ufaktan, yoksa bu blog giderek dizi-film sektörünü beş on sene geriden takip eden nostaljik bir mekan hâline gelecek )

When The Camellia Blooms da yeterince unutulmuş bir dizi olduğu için artık izleyebilirim dedim, başına kuruldum ve çok büyük keyif alarak bir solukta bitirdim diziyi. Bunu basmakalıp bir övgü cümlesi olarak da söylemiyorum, gayet ilgimi çekerek izlediğim dizileri hatta filmleri dahi başına oturduğum süre boyunca defalarca durdurup, parça parça izleyen bir insan olmama ve kusuru hiperaktivite problemimden dolayı çoğunlukla kendimde aramama rağmen When The Camellia Blooms bir bölümünü açıp başına geçtiğimde bölüm bitene değin hiç duraklatmadığım, zaman nasıl geçti, bölüm ne ara bitti anlamadığım, hiçbir sahnesi, hiçbir hikâyesi ve hiçbir karakteri ile sıkılmadan darlanmadan izlediğim nadir işlerden biri oldu. Öyle ki artık sorunu kendimde görmemeye başladım:) Demek ki dedim, çok sevdiğim dizilerde, filmlerde dahi beni yeterince çekmeyen karakterler ve sahneler oluyormuş ki o kadar kesintili izliyormuşum çoğu şeyi. Bütünüyle keyif veren bir iş mola ihtiyacı da doğurmuyormuş meğer.. Bende bile:)

Diziye gelecek olursak.. İçinde birçok türü ve hikâyeyi barındıran zengin çeşnili bir iş olsa da özünde bir kadın hikâyesi ismiyle müsemma When The Camellia Blooms. Dong-Baek (Korece Kamelya) adındaki 30’lu yaşlarında bekar ve yalnız bir kadının Kore’nin küçük ve geleneksel bir sahil şehrinde verdiği hayatta ve ayakta kalma mücadelesini konu alıyor dizi.

When The Camellia Blooms’u muadili kadın hikâyelerinden ayıran ise içine kattığı enteresan çeşniler. Dizi aynı zamanda bir seri katil hikâyesi mesela. Bir yanda yalnız bir annenin toplumsal tabu ve ön yargılara göğüs germe mücadelesi tatlı bir komedi sosu eşliğinde işlenirken, bir yandan da gerilimli bir seri katil gizemi çözümleniyor her bölüm. Bir yemeğe hem tarçın hem kimyon katmak gibi gibi geliyor kulağa ilk etapta. Harmanlanmayacak, uyum sağlamayacak iki hikâye gibi? Ama senaristin mahareti de tam burada devreye girmiş ( ki kendisi oldukça prestijli bir ödül olan Baeksang – en iyi senaryo ödülünün de sahibi oldu bu diziyle ) ve bu iki alakasız temayı tek dizide birleştirip ikisinin de hakkını teslim ederek ortaya oldukça orijinal ve keyifli bir dizi çıkarmış.

Dizi 20’li yaşlarının ortasındaki Dong-Baek’in kucağında bebeğiyle Ongsan adındaki küçük sahil kentine taşınmasıyla açılıyor. Bekar bir anne olan Dong-Baek Ongsan’ın ufak lokantalarıyla ünlü çarşısında bar-restoran arası bir mekan açıyor gelir gelmez. Genç, güzel, bekar ve bebeği olan bir kadının bu geleneksel ve kırsal bölgede böyle bir mekan işletmeye başlaması deprem etkisi yaratıyor çarşı eşrafında. Çoğunluğu yine kadın esnaflardan oluşan ama Dong-Baek’ten farklı olarak orta yaş ve üstü, evli ve “yabancı” olan her şeye bir hayli ör yargılı bu kadınlar Dong-Baek’in önce en büyük imtihanı, ama hikâye geliştikçe de en büyük destekçisi hâline geliyorlar.

Dong Baek’in Ongsan’a taşındığı esnada tayini çıkıp Seol’a giden polis memuru Yong Shik ise dizinin ikinci ana karakteri. Uçan tekmeleri ve deli deli bakan gözleriyle meşhur bir adam olan Ongsanlı Yong-Shik daha lisedeyken annesinin hazırladığı sefer tasıyla bir banka soyguncusunu bertaraf edip televizyonlara çıkmış, ondan sonra da benzer kahramanlıklarına hız kesmeksizin devam edip en son kendini polis üniformasının içinde bulmuş, becerikli, ama oldukça da saf bir kasaba çocuğu.

Dizi Ongsan’a Dong-Baek’in gelip Yong-Shik’in ayrılmasıyla açıldıktan sonra hızlıca zaman atlamasına gidiyor ve kahramanlarımızla 6 sene sonra yeniden buluşuyoruz. Dong Baek artık Ongsan’ın gediklisi, bebeği büyümüş haşarı bir oğlan olmuş, birkaç aya kalmaz batar dedikleri “Camellia” adlı mekanı ise müşteriyle dolup taşıyor her gün. Herkesin hısım akraba olduğu bu küçük yerde erkekler için bir “yabancı” olan Dong Baek’in mekanı giderek cazip ve rahat bir kafa dağıtma yerine dönüşüyor. Ve yine bu sebeple Dong-Baek Ongsanlı erkekler tarafından ne kadar seviliyorsa, kadınlarca da o kadar dışlanıyor.

Güzel bir kadın ve bekar bir anne olan Dong-Baek öyle ağır bir baskı altında yaşam mücadelesi veriyor ki giderek “kadın” olduğunu unutuyor, unutmak zorunda bırakılıyor. Kendi deyimiyle yeni bir ayakkabı aldığında bile bıçak gibi bakışlara maruz kaldığı, hep başını öne eğerek yürüdüğü, her şeyin ona olduğundan daha pahalıya satıldığı ve sürekli dedikodusunun yapıldığı o çarşıda Dong-Baek yine de gülümsemeyi elden bırakmadığı zarif bir hayat sürmeye çaba gösteriyor.

Yakaladıkları bir kadın cinayeti zanlısı, nakli sırasında habercilere “hak etti ki yaptım, iyi ki de yapmışım” şeklinde demeç vermeye başlayınca dayanamayıp gazetecilerin önünde adamı dövmeye başladığı için rütbesi düşürülüp yeniden Ongsan’a tayin edilen Yong-Shik ile Dong-Baek’in kaderleri de işte tam da böyle bir dönemde kesişiyor.

Yong-Shik gelir gelmez ve görür görmez aşık oluyor Dong-Baek’e. Neşeli, kibar, hassas ve çok samimi bir adam olan Yong-Shik, Dong-Baek’in hayatını upuzun sağanak bir yağmurun ardından doğan gök kuşağı gibi aydınlatıyor. Yong-Shik’in Ongsan’a geldiğinden bu yana destek gördüğü tek insan olan çok genç yaşta dul kalmış ve Dong-Baek gibi tek başına hem restoran işletip hem çocuk büyütmüş bir kadın olan Deok-Soon’un oğlu olduğunu öğrenmesi ile de yeni tomurcuklanan tazecik ilişkileri ilk darbeyi alıyor. Hemen peşinden Dong-Baek’in oğlu Pil-Gu’nun babasının ülkenin en meşhur beysbol oyuncularından biri olduğunun ortaya çıkması ve Ongsan’a gelmesi ile de sol kroşeden ikinci yumruğu yiyorlar. Beş yaşındayken Dong-Baek’i bir yetimhanenin önünde terk edip giden annesinin ve yıllar önce Ongsan’da cinayetler işlemeye başlayan, ama bir süre sonra kaybolan “şakacı” lakaplı seri katilin de tekrar ortaya çıkmasıyla Dong-Baek ve Yong-Shin’in imtihanlarla süslü, nahif ama kaotik ilişkisi tamam oluyor ve biz de 20 bölümlük küskün bir kamelya’nın çiçek açma hikâyesine ortak oluyoruz böylece.

Dizi iç içe geçmiş ve birbirini besleyen dört ana hikâyeden oluşuyor. Dong Baek’in bağımsız ve mutlu bir kadın olarak yaşayabilmek için verdiği mücadele, Yong Shik ve Dong Baek’in engellerle dolu aşkı, Dong-Baek, onun annesi ve Yong-Shik’in annesi üzerinden tek başına çocuk büyüten kadınların öyküsü ve yeni hedefi Dong Baek olan şakacı lakaplı gizemli seri katil.

İlki ve en çetrefillisiyle başlayalım.. ( Evet “doğru düzgün” bir biçimde bir kadının var olma mücadelesini anlatmak gizemli bir seri katil hikayesi yazmaktan daha çetrefilli iş )

Bir kadının sırf kadın olduğu için yaşadığı sıkıntıların anlatıldığı hikâyeler hep biraz risklidir. Bazen “sorun”, bazen de “çözüm” olarak sunulanların ikna ediciliği zayıf ya da tartışmaya açıktır, olayın gereğinden fazla dramatize edilme, ya da mücadelenin içinde aşk ve bir “erkek” de varsa şayet, bir noktadan sonra fazla hayalci bir şekle bürünüp gerçek hayatta benzer mücadeleleri veren kadınların durumunu tamamen ıskalama ihtimali de vardır. Ya da erkek karakterin “kurtarıcı kahraman” figürüne dönüştürülüp hikayenin tamamen farklı bir zemine kayma ihtimali de.. Vardır da vardır, kısacası bu tarz hikâyeler gerçekten risklidir. Fakat Kamelya çok temiz bir iş bu anlamda. Hem çok gerçekçi, hem de “doğru” mesajlar veren tam bir ilham öyküsü.

Kurgusal Ongsan çok şirin, kendi içine dönük, herkesin birbirini tanıdığı bildiği, o yüzden herkesin çok rahat olduğu bir yer olsa da, Dong-Baek için her gün çıktığı bir ringden farkı yok. Kimsenin açık açık sataşmadığı, ama hep ince imâlara, iç organlarına kadar didikleyen bakışlara maruz kaldığı rahatsız edici bir yer. Çarşı esnafı olan diğer kadınlar Dong Baek’i bazen bir tehdit olarak gördükleri, bazen de sırf mesafeli ve tedirgin duruşundan dolayı soğuk buldukları için dışlasalar da kendi içlerinde birbirlerini kollayan güçlü kadınlar aslında. Kısacası aslında kendi içinde çözülmeye meyli olan bir gerilim var ortada ve hikaye ve kamelya açıldıkça o çözüme doğru yürüyoruz inceden.

Şakacı lakaplı gizemli seri katilin Dong Baek’le uğraşmaya başlamasıyla Onsanglılar da içgüdüsel olarak Dong Baek’i sahiplenmeye ve korumaya başlıyorlar, Dong Baek sahiplenildikçe rahatlıyor, insanları mesafeli olmaya iten tedirgin duruşu çözüldükçe de kaynaşmaya başlıyorlar. Dong-Baek ve çarşı esnafı kadınlar arasındaki gerilimin bu kadar doğal bir şekilde birbirini tetikleyerek çözülüşü dizide en çok sevdiğim şeylerden biri oldu.

Dong-Baek ve Yong-Shik ilişkisindeki kendiliğindenlik, öyle bir yatak bulup oradan usul usul akan su gibi gelişen doğallık bu zarif çiçeğin en şirin tomurcuğuydu keskinlikle. Dizi boyunca birçok flashbackle bizim de gördüğümüz üzere Dong-Baek çocukluğundan itibaren çok ağır yüklerin altına girmiş, yaşamaktan çok savaşmaya benzeyen bir hayat geçirmiş, hiçbir işi rast gitmemiş, kendini paralamadan hiçbir şey elde edememiş, hayatı boyunca sevdiği bağlandığı tek adamı da ünlü bir sporcu olduktan sonra yavaş yavaş kaybettiğini görüp hamileyken sessizce terk etmiş ve önce yetim bir çocuk, sonra da bekar bir anne olarak hep etiketlenmiş, hep dışlanmış, insanların hem acıdığı hem de uzak durduğu bir insan olmaktan hiçbir zaman kurtulamamış, talihsiz hayatının altın vuruşu olarak da bir gün bir seri katilin bile hedefine yerleşmiş bir kadın.

Böyle üst ütse anlatınca Kamelya’nın boğucu bir hayat ve depresif bir karakter hikâyesi olduğu izlenimi oluşabilir doğal olarak, ama öyle değil. Zaten Kamelya’yı özel ve keyifli bir iş yapan da bu; ortada çetin bir hayat mücadelesi var, ama umut da var, renk de var, zarafet de var, neşe de var. Çünkü Dong-Baek böyle bir kadın. Kaybettiği özgüvenini, toplumsal baskılarla bastırdığı kadınlığı ve heveslerini yeniden canladırmasına ise Yong-Shik vesile oluyor. Yong-Shik bitap düşmüş kadını yerlerden kaldırıp toparlayan bir kahraman erkek figürü değil ama. İşin güzelliği de bu ince ayarda.

Yong-Shik sadece hayatta hâlâ güzel şeyler, safiyane seven insanlar olduğunu hatırlatıyor Dong-Baek’e, sevildiğini, değer gördüğünü hissettiriyor. Ondan sonrası Dong-Baek’e kalmış, savaşacak olan o, terslikleri yoluna koyacak olan o, boyun eğdiği ama içten içe asla kabullenemediği haksızlıklara ses çıkaracak olan o. Bunların hepsini Dong-Baek yapıyor, tek başına. Ama sevdiği adamın üstüne titreyerek bakan bakışlarını hep hissederek.

“Sadece istediğim gibi yaşayacağım bundan sonra. Bahar geldiğinde rüzgarla birlikte nazlı çiçek yaprakları gibi salınacağım. Yaz geldiğinde Pil-Gu gibi tatilin ilk gününün tadını çıkaracağım. Sonbaharda yapacak işi olmayan şımarık zenginler gibi melankoliye bağlayacağım. Ve kış geldiğinde karda yuvarlanan köpekler gibi yuvarlanacağım. O zaman hayatım mutlu ve huzurlu olmaz mı? Ha? Ben de bundan sonra böyle yaşayacağım.”

İşte bu kadarcık mutluluk isteyen bir kadının verdiği olağanüstü mücadelenin hikâyesi bu dizi. Zaten uğruna savaşmaya değer olan da bu kadarcık mutluluktur belki de.

Yong-Shik bir karakter gelişimi olan, ilk bölümde bir yerden alıp son bölümde başka bir yere bıraktığımız bir adam değil. Başta neyse sonda da o. İkinci ana karakter, destekleyici bir figür, inanılmaz eğlenceli, tatlı bir adam. Bu bir kadın hikâyesi ve Yong-Shik asla rol çalmıyor bu hikâyeden ama asla gölgede de kalmıyor. Müthiş bir adam. Öyle ki canlandıran oyuncu Kang Ha Neul bu rolüyle Kore’nin en prestijli sanat ödüllerinden biri olan Baeksang da çok tecrübeli ve usta oyuncuları eleyerek en iyi erkek oyuncu ödülünü kucakladı.

Dizinin aksiyon ve gizem unsuru olan seri katilden bahsetmeyeceğim, spoiler vermek istemiyorum. Ama gayet başarılı işlendiğini söyleyebilirim. Küçük bir bölge karakolunda rütbesiz polis olan Yong-Shik’in “kasaba çocuğu” kartını kullanarak yürüttüğü amatör ama oldukça verimli soruşturmayla becerdikleri kara komedi tadındaydı ve çok keyifliydi.







Yorum Gönder

0 Yorumlar