“Belki bir gün izlerim, belli mi olur” başlıklı bir liste var zihnimde, ilgimi çeken dizi, film ve animelerin çok küçük bir kısmını hemen izliyor ve yazıyorum, pek çoğu birike birike bekliyor kafamdaki listede. 2019 yapımı Tune in for Love da ilk vizyona girdiği dönemden itibaren ilgimi çekmiş, ama hemen izlemek yerine yine “beeelki” diyip arkaya attığım filmlerden biriydi. Uzun zamandır film, daha da uzun zamandır da Kore filmi izlemediğimi fark ettim ve bu filmin başına kuruldum sonunda. Sevdim de, Kore aşk filmlerinin zirve yaptığı 2000’lerin tadı, tarzı, hissi var. Hatta biraz Japon filmi gibi de, öyle bir hissiyatı da var.
Filmin en güçlü yönü 1995-2005 arası bir dönemde geçiyor
olması sanırım. My sassy girl, A moment to remember, Classic, A millionaire’s
first love, Windstruck, Daisy, Il mare gibi kültleşmiş Kore aşk filmlerinin peş
peşe vizyona girdiği Kore sinemasının altın çağına ait dönemde; 2000’lerin
başlarında geçiyor Tune in for Love. O yüzden çok sevdiğimiz ve çok özlediğimiz
bir şeyler saklı filmin kuytu köşelerinde. Bu tanıdıklık hissi, özlem duyulan
bir zamana ait hikâyesi ve atmosferi beni en çok etkileyen yanı oldu.
Hayatın sürekli farklı uçlara savurup, birbirlerine giden
yolları süpürdüğü, yine de her seferinde buluşmanın bir yolunu bulan iki aşığın
biraz hüzünlü, ama çok zarif hikâyesini anlatıyor film. Proje seçimlerini çok
beğendiğim iki isim; Kim Go Eun ve Jung Hae In var başrollerde. Üst üste benzer
rollerde izleyici karşısına çıktıkları için hafiften eleştiri alsalar da ve
bunda haklılık payı olsa da, en azından üstlerine yakışacak karakteri iyi bilen
oyuncular bana göre ikisi de. Ve bu güvenli alan içinde kaliteli işler
yapıyorlar, daima orada kalamazlar, kalmamalılar. Risk almak, farklı şeyler
denemek de uzun vadeli kariyer planları varsa şayet, elzem. Ama günün sonunda
yaptıkları ve bana son derece hitap eden ekseri slice of life türünde projeleri
keyifle izliyorum her seferinde, sıkılmadım henüz, beni ilgilendiren de bu
kısım.
Hikâyeye döneyim. 1995 senesinde açılıyor film, Üniversite
öğrencisi olan Mi-su vefat eden ailesinden ona kalan küçük bir fırın işleterek
geçimini sağlayan bir genç kız. Bir sabah çok erken bir saatte bir lise
öğrencisi dükkana gelip tofu istiyor. (Korelilerin nezarethane veya hapisten
çıktıktan sonra tofu yeme gibi bir gelenekleri var) Dükkanda tofu
satılmadığını söyleyip, azıcık da tedirgin olarak çocuğu geri gönderiyor Mi-su.
Çocuk tam dükkandan çıkmak üzereyken açık olan radyodan bir ses yükseliyor;
dönemin ünlü bir sanatçısı olan Yoo Yeol’un o günden itibaren bir radyo
programı yapmaya başlayacağını duyuruyor ses. Bunu duyunca olduğu yerde
donakalıyor adı Hyun-Woo olan ve daha o sabah ıslah evinden tahliye edilen
çocuk. Kısa ve garip bir bekleyişin ardından çıkıp gidiyor ve ertesi gün
vitrininde eleman aranıyor ilanı olan fırına yeniden, ama bu kez tofu değil iş
istemek için geri dönüyor.
Mi-su henüz bilmese de Hyun-woo nam-ı diğer Tofu okulun
terasında top oynarlarken kazara beton zemine düşen bir arkadaşının ölümünden
sorumlu tutulup ıslah evine gönderilmiş, böylece de bir göz kırpımı kadar
sürede hayatı kaymış, kendi kabuğuna çekilmiş, içine düştüğü cenderede ayakta
kalabilmek için de içten içe bir mucize, bir işaret bekleyen incinmiş bir
çocuk. Islah evi rutininde her sabah açılan radyo kanalı dış dünyayla olan tek
bağı. Tam fırından çıkarken radyo kanalında artık sabah programını Yoo Yeol’ün
yapacağını duyduğu anda beklediği ilahi işaretin sonunda gönderildiğine
inanıyor ve işaretin kaynağı olarak gördüğü o dükkanda işe başlıyor.
Mi-su ve ablası Tofu’ya başta çekinceyle yaklaşsalar da ne
kadar nahif ve utangaç bir çocuk olduğunu gördükçe sevip bağırlarına
basıyorlar. O küçük fırında, Tofu hayatı boyunca hiç yaşamadığı bir sıcaklık ve
samimiyetle tanışıyor, daha sonra Çörek lakabını takacağı Mi-su ile de söze ve
eyleme dökülmese de tazecik bir gençlik aşkı filizleniyor aralarında.
Gel gelelim Tofu mucizesini aradıkça, talihsizliği de onu
kovalıyor. Beraber ıslah evine girdiği arkadaşlarına paçasını yeniden
kaptırması ile başı yeniden belaya giriyor ve şartlı tahliyesini ihlâl edip
hapse giriyor. O süreçte Mi-su da fırını satmak zorunda kaldığı için
bağlantıları tamamen kopuyor. Ve yaklaşık 5 senelik bir zaman atlamasına
gidiyor film. Yeniden karşılaşıyorlar yıllar sonra, ikisi de hâlâ hayatla kavga
dövüş ayakta kalma mücadelesi verirken ve hâlâ birbirlerine aşıkken. Tofu’nun
askere gideceği günden bir gün evvel!
Bu seferki buluşmaları ise Mi-su’nun askere giden Hyun-woo’ya irtibatta kalabilmeleri için açtığı e-posta adresinin olduğu kağıda şifreyi yazmayı unutması ile sekteye uğruyor. Yeniden yıllar giriyor araya, yeniden buluşuyorlar, yeniden hayat en hoyrat nefesini üfleyip iki ayrı uca savuruyor onları. Filmin ilk yarısı iki gencin bir yandan tek başlarına ayakta kalma mücadeleleri, bir yandan da birbirlerini mütemadiyen ıskalamaları ile geçiyor. Bu şekilde 10 seneyi devirip 30’larına geldiklerinde yeniden karşılaşıyorlar. Yıl 2005, cep telefonu teknolojisi var, feleğin onları kafa bulur gibi koparıp atması o kadar kolay değil artık. Hayattan çalabildikleri kısacık anlar bitip tam anlamıyla gerçek bir ilişkiye başlıyorlar bu kez, filmin ikinci 1 saatlik diliminde. Buradan sonrasını da anlatmıyım artık. Yer yer kağıt kesiği tadında ince bir hüzne gark etse de izlemesi rahat ve keyifli bir aşk hikâyesi Tune in for Love.
*Spoiler*
Filme dair içime pek sinmeyen tek bir nokta var, o da
finali. Finali sevmedim, fazla klişeydi. Son dönem Kore aşk filmlerinin pek
çoğu ile aynı minvalde, çok aşina olduğum bilindik bir sondu. Böyle tatlı
nostaljik hislerle başlayan ve devam eden bir film finalde neden tamamen modern
romantik komedi klişesine evrildi anlam veremedim.
Sağlam gişeli romantik-komedi
filmleri Love 911 ve Love Forecast ile aynı finali paylaşıyor Tune in for Love.
Aşık olduğunu, onsuz olamayacağını, olmak istemediğini, olmasının da
gerekmediğini net olarak idrak eden kahramanımız yaşadığı aydınlanmanın gazıyla
hemen o an sevdiğine kavuşmak ister ve şehir trafiğinde sıkışıp kalınca (dizi ve
filmlerde trafik bir tek böyle zamanlarda sıkışır zaten) coşkulu bir müzik
eşliğinde neredeyse bir maratoncu ciğeriyle dört nala koşmaya başlar. Koşar,
koşar, terler, nefes nefese kalır, koşar ve kavuşurlar mutlu son, bu.
Bu son hem çok klişe dediğim gibi, hem de bundan öte bu
hikâyeye ait olan son bu değil bana göre. Sürekli zamanla sınanan, sürekli
birbirini ıskalayan iki aşığın öyküsü “kız oğlana koşar ve mutlu son” diyerek
bağlanmamalıydı. Yine bir zaman atlaması akabinde yeniden tesadüfen
karşılaşmaları ile bitmesini yeğlerdim. Film 2000’lerin aşk filmlerine
öykünerek başlamıştı öyle de bitmeliydi. o filmlerde hep bir son sahne inceliği
saklıdır. Son sahnede gaz bir müzik eşiliğinde depar atılmasını değil, My sassy
girl finali ayarında ince bir sürpriz bekledim ben.
Her neyse. Finaliyle biraz derdim olsa da genel itibariyle gayet keyifli filmdi, artık yapımcılardan pek rağbet görmüyor nahif aşk filmleri, o yüzden kaçırmayın izleyin.
Ve söylemeden geçemem; Kim Go Eun bu filmde çok çok güzel ♡
Ayrıca 2000’ler
modası Hint filmlerinde gözümü
kanatıp içimi
karartsa da Kore’de o kadar beter değilmiş neyse
ki, hatta Mi-Su’nun giydiği elbiseler çok da zarifti.
0 Yorumlar